MİRAS HUKUKUNA GİRİŞ
Miras Hukukunun Konusu ve Tarihsel Süreçteki Ana Yaklaşımlar
1.Miras Hukukunun Konusu ve Amacı: Sosyal ve Bireysel İşlevleri
Miras hukuku, gerçek bir kişinin ölümünden (veya gaipliğinden) sonra, geride bıraktığı para ile ölçülebilen haklar, malvarlığı değerleri ve borçların yani terekenin hukuki akıbetinin ne olacağını düzenleyen kurallar bütünüdür.
Bu hukuk dalı, temelde ikili bir işleve hizmet eder: Bireyin mülkiyeti üzerinde tasarrufta bulunma hakkını korumak (ki bu, Anayasa ile güvence altına alınmış bir haktır) ve aile servetini ve dayanışmasını muhafaza etmek. Diğer bir anlatımla, toplumun temel taşı olan aile kurumunun devamlılığını sağlamak, bireylerin ölümden sonra da iradelerine saygı gösterilmesini temin etmek ve mirasçılar arasında adil bir denge kurmak bu hukuk dalının başlıca amaçlarındandır.
Miras hukuku yalnızca “mal paylaşımı” ile sınırlı olmayıp; kişisel irade, aile ilişkileri, toplumsal adalet ve kamu düzeni gibi çok yönlü dengelere tesir eden bir kurallar bütünüdür.
Bu çerçevede “mirasbırakanın, mirasçıların, mirasbırakanın alacaklılarının ve en son devletin” hak ve menfaatleriyle ilgili olan bu alanın doğru işlememesi, aile ve toplum düzenine çok ciddi zararlar verecektir.
2. Tarihsel ve Karşılaştırmalı Hukukta Miras Sistemleri
Miras hukuku, mülkiyetin kişiselleşmesi, ailenin çekirdek yapısının oluşması ve devlet otoritesinin gelişimi ile paralel bir evrim geçirmiştir.
Avcı-toplayıcı topluluklarda kişisel mülkiyet olmadığı için ölenin geride bıraktığı bir mal varlığı da yoktu. Bu nedenle miras kavramı söz konusu değildi. Ölenin kullandığı araç ve gereçler genellikle onunla gömülür ya da içinde bulunduğu topluluğa (klan/kabile) geri dönerdi. Su kaynakları, av sahaları gibi önemli kaynaklar zaten topluluğa ait olurdu.
Yerleşik hayata geçiş, tarım ve özel mülkiyetin gelişimiyle miras kavramı da oluşmaya başladı. Tarihsel süreçte miras hukukuna üç temel felsefi yaklaşım yön vermiştir. Sosyalist Sitem ayrı bir kategori olarak değerlendirilirse, sayı dörde çıkmaktadır:
2.1. Aileyi Koruyan Sistem (Aile Birliğinin Sürekliliği):
Mirasın asıl rolü ve amacı ailenin devamını sağlamaktır. Ölenin geride bıraktığı mal varlığının aile içinde kalması esastır. Mirasbırakanın, artık malları üzerinde bir tasarrufu, örneğin vasiyetname ile aile dışından birini vasiyetçi tayin etmesi söz konusu değildir. Mülkiyet, bireysel bir hak değil, aile soyunun bir emaneti olarak görülür. Mirasçıların belirlenmesinde mirasbırakanın bir irade ve tercihi yoktur. Mirasçı kan bağına göre belirlenir.
Erken Roma toplumunda (Arkaik Dönem – M.Ö. 753 – M.Ö. 150) aile (familia) dinsel, ekonomik ve toplumsal bir birimdir. Malvarlığı aileye ait sayılır; paterfamilias sadece bu malın yöneticisidir. Dolayısıyla miras, bir bireyin malvarlığı üzerinde tasarruf hakkını değil, aile mülkünün kutsal sürekliliğini (sacra familiae) korumayı amaçlar. Mirasbırakan, ailesinden bağımsız bir kişi değildir. Bu nedenle Roma Hukuku’nda, zaten sadece kendisine ait olmayan mallar üzerinde “dilediği gibi vasiyet yapma” başlangıçta neredeyse yoktur.
Cermen Hukuku’nda da aile mülkiyetine ve yasal mirasçılığa daha fazla önem verilmiş, malın aile içinde kalması hedeflenmiştir. Miras bireysel mülkiyetin devri değil, klan malının devamıdır. Mirasın bölünmesi yerine, malvarlığının aile içinde tutulması (örneğin en büyük oğula intikal) esastır. Germen miras hukuku, “bireyin değil, soyun sürekliliği” fikrini taşır. Öncelik erkek soyundadır. Kadınlar, evlenip başka aileye geçtiği için çoğunlukla miras dışıdır. Bu durum, mülkiyetin aile dışına çıkmaması düşüncesine dayanır.
Roma’da adalet “herkese hakkını vermek” iken, Germen hukukunda adalet, toplumsal dengeyi ve soyun bütünlüğünü korumak anlamına gelir. Orta Çağ’da Hristiyanlık ve Roma hukuku etkisiyle Germen miras hukuku da yumuşamış ve vasiyet serbestisi (özellikle kilise lehine vasiyetler) yavaş yavaş kabul edilmiştir. Ancak yine de “aile menfaati birey iradesinden önce gelir” ilkesi uzun süre varlığını korumuştur.
2.2. Bireyci Sistem (Bireysel Mülkiyet Özgürlüğü / Tasarruf Serbestisi):
Mirasbırakanın iradesi, kan bağının üstündedir. Hayatta iken kendi mal varlığı üzerinde isteği tasarrufta bulunma hak ve özgürlüğüne sahip olan kişi öldükten sonrası için de mal varlığının üzerinde tam bir hakimiyete sahip olması gerekir. Kişi kendi iradesiyle (vasiyetname gibi) malını istediğine bırakabilmelidir. Vasiyet hakkı, bireyin irade özgürlüğünün bir uzantısıdır.
Roma Hukuku’nda ilk dönemlerde (Arkaik Dönem – XII Levha Kanunları dönemi) mirasın, aile ve soy bağı çerçevesinde mirasçılara geçtiği kabul edilmiş olsa da Klasik (M.Ö. 150 – M.S. 235) ve Post-Klasik dönemlerde (Yunan veya İmparatorluk Sonrası – M.S. 235 – M.S. 565) birey iradesi esaslı sistem baskın olmuştur. Roma toplumunun çekirdeği olan “paterfamilias”ın, hem dini hem ekonomik otorite olması ve bu otoritenin ölümden sonra bile sürekliliğinin sağlanmak istenmesi, miras hukuku anlayışına da etki etmiştir. Roma Hukuku’da baskın yaklaşım “vasiyet serbestisi”dir. Mirasbırakan, dilediği kişiyi mirasçı atayabilir; kan bağı zorunlu değildir.
Roma Hukuku’nda klasik dönemde, bireysel özgürlük ön plana çıkmış ve vasiyet artık yaygın ve hukuken korunan bir kurum haline gelmiştir. Zamanla, mirasbırakanın yakın akrabalarını (özellikle çocuklarını) tamamen dışlaması üzerine onların, “ahlaki ödevlere aykırı” olduğu gerekçesiyle vasiyetnameyi iptal davası açma hakkı tanınmıştır. Bununla birlikte bireysel özgürlük ve vasiyetname serbestisi, aile bağlarına karşı baskın olmaya devam etmiştir.
2.3. Karma Sistem:
Günümüz miras hukukunda gelinen nokta hem kan bağını hem de bireysel iradeyi dikkate alarak, aile kurumunun koruması ve devamını sağlarken (yasal mirasçılık), miras bırakanın bireysel iradesini de önemseyip mülkiyet hakkını koruyan karma sistemdir.
Roma Hukuku’nda Postklasik ve Justinianus döneminde, vasiyet özgürlüğünün, aile kurumuna zarar verdiği görülerek, aileyi koruma yeniden gündeme gelmiştir. Justinianus’un “Novellae” düzenlemeleri, vasiyet özgürlüğünü kısmen sınırlandırarak yakın akrabaların (özellikle altsoy, üstsoy ve kardeşlerin) belirli bir payı garanti altına alınmıştır. Böylece aile temel alınmakla birlikte bireysel irade de (vasiyet özgürlüğü) ortadan kaldırılmamıştır.
Kıta Avrupası (Civil Law) Sistemi, Roma-Germen senteziyle şekillenmiştir. Roma miras hukuku, bireyin mülkiyet hakkını ve vasiyet özgürlüğünü öne çıkarır. “Libertas testandi”: birey malını dilediğine bırakabilir. Germen miras hukuku, aileyi, toprağı ve soyun devamını korur. “Aile mülkü kutsaldır, aile dışına çıkamaz.”
Bu iki yaklaşımın nihai sentezi, ilk modern kodifikasyon (kanunlaştırma) dönemlerinde birleştirilmiştir.
2.4. Sosyalist Sistem:
Son olarak miras hukukuyla ilgili dördüncü bir farklı yaklaşımdan da söz etmek gerekir. “Mirası sosyal eşitsizliğin bir kaynağı olarak gördüğü için ciddi şekilde sınırlayan veya tamamen ortadan kaldıran” ve “devleti birincil lehtar” olarak konumlandıran bir yapı olarak tanımlanabilen, sosyalist sistem.
1917 Bolşevik Devrimi’nin hemen ardından, yeni Sovyet yönetiminin mülkiyet ve sınıf ilişkilerini kökten değiştirme hedefinin en somut adımlarından biri, miras hukukunu hedef alan, 27 Nisan 1918 tarihli “Mirasın Kaldırılması Kararnamesi”dir. (Russian Soviet Federative Socialist Republic (RSFSR)- Decree on the Abolition of Inheritance (“О ликвидации наследования” / “On the abolition of inheritance”)
Bu kararname hem kanuni mirasçılığı (yasal mirasçılık) hem de vasiyetname yoluyla miras bırakmayı (iradi mirasçılık) “tamamen” yürürlükten kaldırmıştır. Bir kişinin ölümünün ardından, (istisnalar hariç) tüm mülkiyeti (menkul ve gayrimenkul) Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nin (RSFSR) mülkü haline gelir. Yani devlet, “birincil ve tek lehtar” konumuna getirilmiştir.
Kararname, tam bir kaosu önlemek ve en temel ihtiyaçları karşılamak için bazı istisnalar tanımıştır:
- 10.000 Ruble Sınırı: Mirasbırakanın toplam malvarlığı 10.000 rubleyi (özellikle işçi ve köylülerin kişisel eşyaları, ev aletleri, tarım araçları gibi) aşmıyorsa, bu mülkler devlet tarafından el konulmak yerine, ölen kişiyle birlikte yaşayan “çalışma gücünden yoksun” (malul) ve “muhtaç” durumdaki yakın akrabalara (eş, çocuklar, ebeveynler) doğrudan “kullanım” için bırakılıyordu. Bu bir “miras” değil, “sosyal destek” olarak tanımlanmıştır.
- Geçici Destek: Malvarlığı 10.000 rubleyi aşsa bile, devlet mülke el koyduktan sonra, ölen kişinin bakmakla yükümlü olduğu muhtaç ve çalışamayan yakınlarına devlet tarafından bu mülkten bir “geçim fonu” (sosyal güvenlik benzeri) sağlanması öngörülmüştür.
Kararname, 7 Kasım 1917’den (Devrim tarihi) itibaren gerçekleşen tüm ölümler için geriye dönük olarak uygulanmıştır. Kararname, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması hedefiyle birlikte çıkarılmıştır; ancak pratikte «miras hakkının tamamıyla yok edilmesi» hedefi ile «geçiş dönemi düzenlemesi» arasında bir çizgidedir.
Bu düzenleme, devrim sonrası Sovyet iktidarının; “özel mülkiyetin, özellikle üretim araçlarının, toplumsallaştırılması; mirasın sınıfsal eşitsizlikleri yeniden üretme mekanizması olarak görülmesi” yaklaşımıyla uyumludur. Dolayısıyla bu kararname, sadece miras hukukunu etkilemekle kalmamış, mülkiyet rejimi, aile hukuku, sınıf ilişkileri gibi alanlarda da işlevsel bir rol oynamıştır.
Miras hakkının mutlak ve kalıcı olarak ortadan kaldırılması pratikte mümkün olmamıştır. Dönemsel radikal dönüşüm çerçevesinde atılan bir adım olarak kalmıştır. Bu saf sosyalist modelin ekonomik hayata (özellikle Yeni Ekonomi Politikası – NEP dönemi) ve bireysel motivasyona zarar verdiği görülünce, 1922 Medeni Kanun’u ile özel mülkiyetin yeniden tanınmasına dair düzenlemeler, miras hakkının kısıtlanması koşullarını esneterek yumuşatmıştır. Bu dönemde miras hakkı; yasal mirasçılar (genellikle sadece en yakın akrabalar) ve vasiyetname ile sınırlı olarak tanınmış, ancak miras yoluyla edinilebilecek mülkiyetin türü (sadece kişisel mülkiyet, üretim araçları değil) ve miktarı kısıtlanmıştır. Devlet, yüksek veraset vergileri veya belirli mülk türlerine el koyma yoluyla “dolaylı lehtar” olmaya devam etmiştir. 1945’te “miras hakkında” bir kararname çıkarılarak miras bırakma özgürlüğü ciddi şekilde genişletilmiştir.
Günümüzde Rusya’da miras hukuku büyük oranda Civil Code of the Russian Federation (özellikle Bölüm III, “Inheritance”/“Наследственное право”) çerçevesinde düzenlenmiştir. Bu yapıda hem vasiyetle miras (testamentary succession) hem de yasal miras (intestate succession) hükümleri (zorunlu pay/saklı pay) mevcuttur. Dolayısıyla Rusya’da da, hem bireysel mülkiyeti ve tasarruf özgürlüğünü tanıyan hem de miras sürecinin düzenlenmesi, aile ve mirasçı haklarının korunması gibi toplumsal yönleri gözeten karma sistem benimsenmiştir.
Sosyalist sistemin geçerli olduğu Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki sürece göz attığımızda; 1949 devrimi sonrası (Mao Dönemi), özellikle Kültür Devrimi (1966-1976) sırasında özel mülkiyet ve miras fiilen ortadan kaldırıldı, mahkemeler ve yerel uygulamalar miras taleplerini büyük ölçüde reddetti veya sınırladı.
1978 sonrası Deng Xiaoping politikalarıyla “ekonomik pragmatizm” benimsendi. Hukuk düzeninin yeniden inşası gündeme geldi; 1979’dan itibaren yeniden sivil hukuka dair taslak çalışmalar yapıldı (Civil Code taslakları). Bu süreç miras hakkının yeniden tanınmasına zemin hazırladı.
1 Ekim 1985’te PRC Inheritance Law (Law of Succession) yürürlüğe girdi. Bu yasa bireylerin miras hakkını yasal olarak tanıdı, mirasçılık düzenlemeleri getirdi ve miras hukukunu modern anlamda düzenlemeye başladı. Aynı yıl Yüksek Halk Mahkemesi’nin yorumları (judicial interpretations) ile uygulama ayrıntılandırıldı. Bu yasa, Maoist dönemin mirasın fiili yok sayılmasına son verdi ve hukuki güvence sağladı.
2007 Property Law ile kamu ve özel mülkiyetin korunması güçlendirildi; bu, miras hukukunun da daha sağlam temeller üstünde işlemesini sağladı. (2007 tarihli düzenlemeler özel mülkiyeti eşit düzeyde korumaya yönelikti.)
2020’de Çin Ulusal Halk Kongresi tarafından kabul edilen Civil Code (民法典) içinde Book VI: Succession (Miras Bölümü) yer aldı; bu kod parçası 1 Ocak 2021’de yürürlüğe girdi. Yeni Civil Code, 1985 yasasını esas alarak miras hukukunu güncelledi, bazı hükümlerde genişletmeler ve modern uyarlamalar yaptı (örneğin miras mallarının tanımı, zorunlu miras payları, mirasın kabul süreleri, yabancının miras hakları gibi konularda netleştirmeler).
Çin’de saklı pay kavramı varlığını tamamen klasik kıta hukukundaki gibi göstermese de, “bakım yükümlülüğü olan mirasçı”, “çalışma gücü olmayan mirasçı” gibi özel halleri koruyan yükümlülükler öngörmüştür. Yani, saklı pay düzenlemesi – şartlıdır ve yalnızca “çalışma gücü olmayan ya da gelir kaynağı olmayan mirasçı” için öngörülmüştür. Bu durumda miras bırakanın vasiyetinde bu mirasçı için “gereken payı ayırma” yükümlülüğü vardır.
2.5. Common Law ve Civil Law Bağlamında Değerlendirme:
Modern miras hukukunun esasını oluşturan iki temel ve zıt ana akım (gelenek) olduğunu belirtmiştik:
- Cermen Geleneği (Aileyi Koruyan Sistem): Bu sistemde mülkiyet bireyden çok “aileye” veya “soya” aittir. Birey (mirasbırakan), mülkün sadece geçici bir kullanıcısı veya “emanetçisidir”. Bu nedenle “vasiyetname ile aile dışında başka birini tayin etmesi söz konusu değildir”. Mülk, kan bağıyla (soy) devam eder.
- Roma Geleneği (Bireyci Sistem): Roma Hukuku, özellikle Klasik ve Post-Klasik dönemlerinde (ki Roma Hukuku’nun baskın karakteristiğini belirleyen dönemdir), testamentum (vasiyetname) kavramını geliştirerek devrim yaratmıştır. Mülkiyeti bireye (aile reisi – pater familias) bağlamış ve ona, mülkü üzerinde ölümünden sonra dahi tasarruf etme (bireysel irade) gücü vermiştir.
Günümüz hukuk sistemleri genellikle bu iki zıt felsefenin bir sentezi olarak oluşturulan “karma sistemi” benimsemişlerdir. Hangisini ne ölçüde benimsediğine göre de birbirlerinden ayrışmaktadır.
(a) Kıta Avrupası Hukuku (Civil Law) (Karma Sistem):
- ve 12. yüzyıllardan itibaren Bologna gibi üniversitelerde Roma Hukuku metinleri (Corpus Iuris Civilis) yeniden incelendi. Aydınlanma ve Fransız Devrimi ile “bireysel irade” ve “özel mülkiyet hakkı” (“Bireyci Sistem”) yüceltildi.
- yüzyıldaki büyük medeni kanun (kodifikasyon) hareketleri bu iki zıt geleneği birleştirmek zorunda kaldı. Roma Hukuku’nun bireyci yönü ile vasiyetname düzenleme özgürlüğü (tasarruf serbestisi) tanınırken, bu özgürlük aileyi koruyan Cermen hukuku kalıntısı saklı pay kurumu ile sınırlandırıldı.
Kıta Avrupası Hukuku’nun ilk modern kodifikasyon ürünleri olan;
- Fransız Medeni Kanunu (Code Civil) 1804
- Avusturya Medeni Kanunu (ABGB) 1811
- Alman Medeni Kanunu (BGB) 1900
- İsviçre Medeni Kanunu (ZGB) 1907
düzenlemeleriyle ile bireyin vasiyet özgürlüğü ve aile hakları ve saklı pay kurumları bir arada (karma şekilde) düzenlendi. Dolayısıyla miras hukukunda bugünkü anlamda modern karma siteme 19. yüzyılda ulaşılabildi.
(b) Anglo-Sakson Hukuku (Common Law) ve “Bireyci Sistem”
Common Law (İngiltere, ABD, Avustralya, Kanada vb.) sistemleri, Kıta Avrupası’ndaki bu Roma-Cermen sentezinden (karma sistem) farklı bir yol izledi ve Bireyci (Ferdiyetçi) Sistem anlayışa çok daha yakın durdu.
Feodal Dönem (Aileyi Koruyan): Başlangıçta, İngiliz feodalizmi de (özellikle 1066 Norman İstilası sonrası) toprağın (real property) vasiyetle bırakılmasına izin vermiyordu. Mülkiyet, feodal kurallara ve genellikle “primogeniture” (en büyük erkek evlada geçiş) ilkesine tabiydi. Bu, Cermen sistemine benzer şekilde, mülkün soy içinde kalmasını sağlıyordu.
Bireyciliğin Yükselişi (Bireyci Sistem): Ticaretin ve burjuvazinin yükselişi, mülkiyet üzerindeki feodal kısıtlamalara karşı bir baskı yarattı. Bireylerin (özellikle tüccar sınıfının) mülklerini serbestçe devredebilmesi (hem yaşarken hem de ölünce) gerekiyordu.
Kırılma Noktası (1540 Statute of Wills): Bu yasa, İngiltere’de bireylerin topraklarını vasiyetname ile serbestçe bırakabilmelerinin önünü açtı. Bu, “Bireyci Sistem”in “Aileyi Koruyan Sistem”e karşı kazandığı kesin bir zaferdi.
Mutlak Vasiyetname Özgürlüğü: Common Law, bu “Bireyci” felsefeyi zirveye taşıdı ve mutlak vasiyetname özgürlüğü (absolute testamentary freedom) ilkesini benimsedi.
Sonuç (Common Law): Common Law, metninizdeki “Bireyci Sistem” felsefesinin en saf temsilcisidir.
Saklı Pay Yoktur: Civil Law’un aksine, Common Law sistemlerinde “saklı pay” kurumu kural olarak yoktur. Bir mirasbırakan (teorik olarak), çocuklarını veya eşini mirasından tamamen menedebilir (disinherit). İrade, kan bağından üstündür.
Günümüzdeki Yumuşama (Karma Sisteme Yaklaşma): 20. yüzyılda, bu mutlak bireyciliğin yarattığı adaletsizlikler (örn: ailesini yoksulluk içinde bırakan mirasbırakanlar) nedeniyle Common Law sistemleri de bir adım geri attı. “Family Provision Acts” (Aile Destek Yasaları) gibi düzenlemeler getirdiler. Bu yasalar, mirasbırakanın bakmakla yükümlü olduğu kişilere (eş, muhtaç çocuk vb.) vasiyetnamede “makul bir destek” bırakmaması halinde, bu kişilerin mahkemeye başvurarak vasiyetnameye karşı pay talep etmesine izin verir. Bu durum, Common Law’u “Karma Sistem”e yaklaştırmış olsa da;
- Civil Law‘da saklı pay, baştan beri yasal olarak mevcuttur ve vasiyetname veya başka bir iradi işlemle ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bunun için saklı pay sahibi bir yasal mirasçı olmak yeterli olup fakir ya da mağdur olmak aranmaz.
- Common Law’da ise öncelikle vasiyetname geçerlidir. Ancak belli koşullarda, örneğin ciddi bir mağduriyet varsa ilgili aile bireyi dava açarak destek talep edebilir. Temelde halen mirasbırakanın bireysel iradesine üstünlük verilmektedir.
2.6. İslam Miras Hukuku’nun Yeri
İslam Miras Hukuku, 7. yüzyılda, Roma Hukuku’nun vasiyetnameye ağırlık veren (bireyci) ve Cermen Hukuku’nun aile mülkiyetine (kolektif) odaklanan geleneklerinin zaten var olduğu bir dünyada Arap Yarımadası’nda ortaya çıktı.
Ortaya çıktığı dönemde (Cahiliye Dönemi) miras, büyük ölçüde keyfi ve güce dayalıydı. Genellikle sadece güçlü erkek akrabalar (agnatik, asabe) miras alırdı. Kadınların, çocukların ve zayıf akrabaların mirastan pay alma hakkı ya yoktu ya da çok kısıtlıydı. Mülkiyet, kabilenin askeri gücünü temsil edenlerde toplanırdı. İslam Hukuku, bu keyfiliği ortadan kaldırarak matematiksel olarak belirlenmiş, zorunlu paylar getirdi.
En büyük devrimi, daha önce mirastan tamamen dışlanan kadınlara (kız evlat, eş, anne) ve çocuklara zorunlu miras payı vermesiydi.
İslam Miras Hukuku, Kur’an, Sünnet, İcmâ ve Kıyas kaynaklı olarak sistemleşmiştir. Bu düzen, Roma veya Cermen hukuklarının tersine ne seküler ne de tamamen geleneksel bir karakter taşır. İslam miras hukuku:
- Döneminin aile yapısını ve toplumsal dayanışma anlayışını koruyan,
- Ama aynı zamanda bireyin mülkiyet hakkını da tanıyan,
- İlahi adalet fikriyle rasyonel oranlar getiren
bir sistemdir.
İslam Miras Hukuku’nun karakteristik yapısını, yukarıdaki dört temel yaklaşım bağlamında değerlendirecek olursak;
Sosyalist Sistem mi?
Kesinlikle hayır. Sosyalist sistem özel mülkiyeti ve miras yoluyla devrini reddeder veya aşırı derecede kısıtlar. İslam Hukuku ise özel mülkiyeti güçlü bir şekilde tanır ve mülkiyetin bireyler (aile) arasında devredilmesini zorunlu kılar.
İslam hukuku da sosyal adaletçi bir yaklaşıma sahip olmakla birlikte kesinlikle sosyalist sistem değildir. Sosyalist sistem özel mülkiyeti ve miras yoluyla devrini reddeder veya aşırı derecede kısıtlar. İslam Hukuku ise özel mülkiyeti güçlü bir şekilde tanır (kutsar) ve ancak mülkiyetin toplumsal sorumluluğunu da vurgulayarak mülkiyetin bireyler (aile) arasında devredilmesini zorunlu kılar. Mirasın devlete değil, aileye ve ihtiyaç sahiplerine yönlendirilmesi öngörülür. Devletin veya ümmetin doğrudan mirasçı olması ise sadece mirasçısı olmayan (mavlâ’l-imam) hallerde mümkündür.
Bireyci Sistem mi?
Anglo-Sakson sistemi gibi temelinde Roma Hukuku’nun etkili olduğu bu sistemde genel durum, mirasbırakanın iradesi (vasiyetname) üstün tutulur; saklı pay ya yoktur ya da çok sınırlıdır.
İslam Hukuku’nda ise mirasbırakan, malının sadece üçte biri üzerinde tasarruf edebilir (vasiyet edebilir). Dolayısıyla İslam hukuku, mutlak tasarruf özgürlüğünü kabul etmez fakat bireysel iradeyi de tamamen dışlamaz.
Aileyi Koruyan Sistem mi?
Cermen Hukuku’nun etkili olduğu bu sistemde baskın olan yaklaşım miras, aile birliğini korumak için kan bağı içinde kalmalıdır. Yasal mirasçılık daha üstün olup mirasbırakanın iradesi sınırlıdır.
İslam Hukuku’nda, yasal mirasçılık Kur’an’da açık biçimde belirlenip emredilmiştir. Saklı pay (mahfuz hisse) kavramı teknik olarak İslam hukukunda yoktur; çünkü paylar zaten “ilahi saklı pay” niteliğinde olup mirasbırakanın iradesiyle değiştirilemez. Terekenin tamamı (veya en az 2/3’ü) “saklı pay” gibidir. Böylece aile birliği ve kan bağı, ilahi düzenin merkezine yerleştirilmiştir. Miras, “ümmetin veya kamunun değil, aile bireylerinin hakkı” olarak görülür. Bu bakımdan İslam Hukuku’nun, kolektif (aileyi koruyan) sisteme açık biçimde yakın olduğu görülmektedir.
Karma Sistem mi?
İslam Hukuku’nun, kolektif (aileyi koruyan) sisteme yakınlığı açık olmakla birlikte kendine özgü yapısı nedeniyle en doğru tanım, “Karma Sistem” olduğunu söylemek daha doğru olacaktır.
Terekenin en az 2/3’lük kısmı, miras bırakanın iradesinden tamamen bağımsız olarak, yasal mirasçılara (Ashab-ül Feraiz) zorunlu olarak dağıtılır. Bu, sistemin kolektif ve aileyi koruyan ana direğidir.
Terekenin en fazla 1/3’lük kısmı, miras bırakanın bireysel iradesine (vasiyetname özgürlüğü) bırakılmıştır. Mirasbırakan bu 1/3’lük payı ile atanmış mirasçılar belirleyebilir, mirasçısı olmayan bir kişiye belirli bir malını bırakabilir
Dolayısıyla İslam Hukuku, bu iki ana yaklaşımı (Kolektif ve Bireyci) net bir oranla (2/3’e 1/3) birleştiren matematiksel bir karma sistemdir. Ancak ana karakteristik (üstünlük), mirasbırakanın tasarrufunda olmayan terekenin 2/3’lük kısmının, ilahi emir gereği mirasçılarına ait olmasından dolayı Aileyi Koruyan (Kolektif) görüş yönündedir.
Günümüz hukuklarının benimsediği yaklaşım olan karma sistemde de hem yasal mirasçılık (ailenin korunması) hem de mirasbırakanın kendi mülkündeki bireysel iradesi (vasiyetname özgürlüğü) bir arada gözetilmektedir.
Sonuç olarak İslam miras hukuku, özünde kolektif, ama uygulamada karma sistem niteliği taşır. Zira hem aile bağını korur hem de mirasbırakanın iradesine sınırlı alan tanır.
Av. Arb. Zekeriya YILMAZ