AİLE KONUTU SATIŞINDA DİĞER EŞİN AÇIK RIZASI

Aile konutu satışında diğer eşin açık rızası

AİLE KONUTU SATIŞINDA DİĞER EŞİN AÇIK RIZASI

Giriş

Satın aldığınız taşınmaz “aile konutu” ise ve malik olmayan diğer eşten bu satışa “açık rıza” alınmadıysa, satıştan sonra 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 194’üncü maddesi kapsamında açılacak tapu iptali davasıyla, bu konut elinizden geri alınabilir.

4721 s. TMK m.194- Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir. Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini tapu müdürlüğünden isteyebilir. Aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı hâline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen sorumlu olur.

Aile konutu nedir?

743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nde yer almayan bu kavram 4721 sayılı TMK ile hukuk hayatımıza girmiş olup, anılan kanunun 194’üncü maddesinin gerekçesinde “aile konutu”;

“Eşlerin bütün yaşam faaliyetlerinin gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir mekân”

şeklinde tanımlanmıştır. Aile konutu kısaca, “eşlerin ve varsa çocukların birlikte yaşadıkları ve ailenin sürekli olarak barınma ihtiyacını karşılayan ve yaşam alanı merkezi haline gelen oturma yeri” olarak tanımlanabilir.

Açık rıza yazılı mı olmalıdır?

Kanunda aranan açık rıza, herhangi bir şekle bağlanmadığından sözlü yapılan rıza beyanı da geçerlidir. Elbette ispat külfeti, açık rızanın verildiğini iddia eden taraf da olacağı için sözlü rıza beyanının ispat zorluğu ayrı bir konudur.

Malik olmayan eşin, aile konutunun satış öncesindeki süreçlere vakıf olması, rıza şartını yerine getirmez. Nitekim kanunda “açık rızası bulunmadıkça” ibaresi geçtiğinden söz konusu rızanın herhangi bir kuşku ve yoruma yer vermeyecek açıklıkta olması gerekir.

Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da bu vasıf ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir.

Aile konutu için mülkiyet zorunlu mu?

Konutun, eşlerden birinin mülkiyetinde olması gerekmez. Kira sözleşmesiyle oturulan bir konut da aile konutu olabilir.

Yazlık, devre mülk, çiftlik evi vb. aile konutu olabilir mi?

Eşlerin “sürekli” yaşadıkları bir konut olmalıdır. Aile konutu kural olarak bir tanedir. Yazlık, kışlık, kısa süreli devre mülk, çiftlik evi vs . aile konutu değildir. Sürekli olarak oturma amacıyla kullanılan ve müşterek yaşam merkezi olan konut, “aile konutu”dur.

Aile konutunun tapuya şerhi zorunlu mu?

Tapu kaydında taşınmazın aile konutu olduğuna dair bir şerh olmasa da bu vasfı yasa gereği taşıdığı için bu konutun “aile konutu” olmasına engel teşkil etmez.

Diğer bir anlatımla, herhangi bir konut tapuya şerh konulduğu için aile konutu olmamakta, aksine aile konutu olduğu için şerh konulabilmektedir. Bu nedenle aile konutu şerhi konulduğunda, konulan şerh “kurucu” değil “açıklayıcı” şerh özelliğini taşımaktadır.

Aile konutu koruması ne zaman sona erer?

Aile konutu koruması; kural olarak evlilik birliğinin sona ermesine kadar devam eder. Eşlerin bu konuttan kesin olarak taşınmaları, anlaşarak konutun aile konutu olma niteliğine son vermeleri, evliliğin boşanma, iptal veya ölümle son bulması veya konutun yok olması hâllerinde, TMK m. 194 kapsamında yer alan koruma imkânları da son bulur. Dolayısıyla resmi evlilik birliği içerisinde, eşlerce konutun aileye özgülenmesiyle birlikte; eşler arasındaki mal rejiminin türünden bağımsız olarak başlayan aile konutu koruması, konutun aile konutu olma niteliği ortadan kalkana kadar devam etmektedir.

Üçüncü kişilerin iyi niyeti korunur mu?

4721 sayılı TMK m.1023’te;

“Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur”

hükmü yer almaktadır.

Yargıtay 2. HD’nin 10.09.2015 T., 2015/14523 E. ve 2015/15481 K. sayılı kararı ile tartışmalı hale gelen bu husus, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun kararlarıyla açıklığa kavuşmuştur.

YHGKK. 11.02.2021 T., 2018/2-511 E.,, 2021/69 K.

“… TMK’nın “İyiniyetli üçüncü kişilere karşı” başlıklı 1023. maddesi ise; “Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” hükmüne haiz olup, bu düzenleme ile tapu kütüğüne güven ilkesine dayalı olarak yapılan iyi niyetli iktisap koruma altına alınmıştır. Düzenleme altına alınan hüküm ile tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkânsız olan kişinin iktisabının korunması amaçlanmıştır. Üçüncü şahıs, yolsuz tescil ile ilgisi bulunmayan, yolsuz işleme taraf olarak katılmamış olan kişidir. Üçüncü şahıs yolsuz kayda dayanarak ayni hak iktisap ederken, tescilin yolsuzluğunu bilmemeli ve bilebilecek durumda olmamalıdır (Kılıç, H., Son Değişikliklerle Gayrimenkul Davaları, Ankara 2007, 4. Baskı, 4. Cilt, s. 4416).

Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Sözü edilen iyi niyet, aynı Kanun’un 3. maddesinde deyimini bulan sübjektif iyi niyettir. Madde uyarınca, üçüncü kişinin iyi niyetinin varlığı tek başına kazanımın korunması için yeterli olmayıp, yasadaki diğer koşulların da bulunması gerekmektedir.

TMK’nın 1023. maddesinin uygulanabilmesi için “kazananın üçüncü kişi olması”, “üçüncü kişinin sicildeki yolsuz bir tescile dayanmış olması”, “üçüncü kişinin bir aynî hak kazanmış olması”, “üçüncü kişinin aynî hakkı iyi niyetle kazanmış olması” ve “üçüncü kişinin kazanımında tasarruf yetkisi dışında diğer geçerlilik unsurlarının mevcut olması” şartlarının varlığı aranır (Sirmen. A.L., Eşya Hukuku, Ankara 2017, s.196-201).

TMK’nın 1023. maddesinde korunan iyi niyet, sadece tasarruf yetkisinin bulunmamasının yarattığı eksikliği gidermektedir. Bu hâlde iyi niyet, tapudaki kaydın doğru olduğuna yöneliktir. İyi niyetli üçüncü kişinin kendi kazanımının korunması, aynî hak üzerinde tasarrufta bulunan kişinin bu konudaki yetkisizliği dışında, diğer bütün unsurlarının geçerli olmasına bağlıdır. Diğer bir anlatımla, üçüncü kişinin kazanımını sakatlayacak sebepler bulunmamalıdır. Üçüncü kişi adına yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğinde ise aynî hakkın kazanılması, iyi niyet bulunsa bile mümkün olmayacaktır.

Öte yandan aynı Kanunun “İyi niyetli olmayan üçüncü kişilere karşı” başlıklı 1024. maddesiyle de; “Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz. Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur. Böyle bir tescil yüzünden aynî hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyi niyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Madde ile yolsuz tescil tanımlanmış olup, yolsuz tescili bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişinin bu tescille aynî hak kazanamayacağına vurgu yapılmıştır.

Bilindiği üzere; tapu sicilinin tutulması prensiplerinden ilki tescil, ikincisi sicilin aleniliği (güvenilirliliği), üçüncüsü sicilin tutulması nedeniyle hazinenin kusursuz sorumluluğu ve sonuncusu ise sicilin, bir başka ifade ile tescilin, geçerli bir işleme dayalı olması yani sicilin illetten mücerret olmamasıdır.

Türk hukuk sisteminde tapu kayıtlarının oluşumunda “illilik”, diğer bir anlatımla “hukuki sebebe bağlılık” prensibi esas alınmış olup, bu prensip uyarınca tescilin geçerli ve haklı bir sebebe dayanması zorunluluğu bulunmaktadır. Hukuki sebebe dayanmayan işlemler geçerli değildir. TMK’nın 1024. maddesi bu tescili yolsuz tescil olarak ifade eder.

Bu durumda; Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi uyarınca malik olan eş tarafından diğer eşin açık rızası alınmadan aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırılması durumunda yapılan bu işlemin “geçerli” kabul edilemeyeceği emredici hüküm gereğidir. Diğer eşin geçerli olmayan işlemin iptali için dava açabileceği kuşkusuzdur…

… Somut olayda; dava konusu taşınmazın satın alındığı tarihten itibaren aile konutu olarak kullanıldığı, davalılardan malik eşin dava dışı şirketin borçlarına karşılık dava konusu taşınmaz üzerinde diğer davalı banka yararına 02.10.2010 tarihinde ipotek tesis ettirdiği, işlem sırasında diğer eşin açık rızasının alınmadığı, sonrasında banka tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan icra takibi sonucunda dava konusu taşınmazın alacağına mahsuben davalı bankaya ihale edildiği ve ihalenin kesinleşerek tapuya tescil edildiği anlaşılmıştır. Bu noktada basiretli bir tacir gibi davranması gereken davalı bankanın iyi niyet savunmasının dinlenemeyeceği tartışmasızdır. Davalı bankanın, aile konutu niteliği taşıyan taşınmaz üzerinde malik olmayan eşin açık rızasını almayarak TMK’nın 194. maddesinde öngörülen emredici hükme aykırı şekilde kendi lehine ipotek tesis ederek ve sonrasında da işlem temeli geçersiz ipoteğe bağlı olarak yaptığı icra takibi sonucunda taşınmazın mülkiyetini alacağına mahsuben cebri ihaleyle kendi adına geçirmiş olması karşısında TMK’nın 1023. maddesinin korumasından yararlanamayacağı açıktır. Nitekim illilik prensibi gereğince asıl işlem olan ipotek baştan itibaren geçersiz olduğu için buna bağlı olarak banka adına cebri ihale sonucu yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğinde olduğundan davalı koca tarafından açılan ihalenin feshi davasının reddedilmiş olmasının da sonuca bir etkisi olmayacaktır. Bu itibarla, aile konutu niteliğinde olduğu hususunda duraksama bulunmayan taşınmaz için davacının açık rızası alınmadan, TMK’nın 194/1. maddesine aykırı olarak tesis edilen ipotek işleminin bağlayıcılığı bulunmadığından cebri icra sonucu davalı banka adına ihale edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı eş …. adına tesciline karar verilmesi anılan maddenin amacına da uygundur…”

Cebri icra yoluyla satış halinde, aile konutu koruması geçerli midir?

Son olarak, aile konutunun maliki olan eşin borcundan dolayı başlatılan icra takibi neticesinde aile konutuna haciz konulması ve sonrasında cebri icra yoluyla satılması ve mülkiyetin bu yolla üçüncü kişiye geçmesi halinde, 4721 s. TMK m. 194 hükmünden söz edilemez. Nitekim bakse konu kanun maddesi, aile konutu üzerinde hak sahibi olan eşin, iradi tasarruflarına yönelik, diğer eşin açık rızasını aramakta olup cebri ihaleye dayanan mülkiyet aktarımı bu madde kapsamına giren bir tasarruf niteliğinde değildir.

TMK’nın 705. maddesinde ise “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hallerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.” düzenlemesi mevcuttur.

Öte yandan, bir taşınmazın borçlunun borcu nedeniyle haczedilebilmesi için haciz tarihinde borçlu adına kayıtlı olması zorunludur.

TMK’nın 705. maddesine ilişkin düzenleme dikkate alındığında cebri icra ile yapılan satışlarda mülkiyet tescilden önce alıcıya geçmektedir. Dolayısıyla aile konutu olarak kullanılan taşınmaz iradi olmayan bir tasarruf sonucu aile konutu niteliğini yitirmiş duruma gelmektedir. Bu durumda TMK’nın 194. maddesi uyarınca işlem diğer eşin rızasına bağlı olmaktan çıkmış ve aile konutu korumasından yararlanma olasılığı kalmamıştır.

Av. Arb. Zekeriya Yılmaz

____________________

EMSAL KARARLAR

 

1 – YHGKK – 11.02.2021 T., 2018/2-511 E. ve 2021/69 K.

ÖZET: Somut olayda; dava konusu taşınmazın satın alındığı tarihten itibaren aile konutu olarak kullanıldığı, davalılardan malik eşin dava dışı şirketin borçlarına karşılık dava konusu taşınmaz üzerinde diğer davalı banka yararına 02.10.2010 tarihinde ipotek tesis ettirdiği, işlem sırasında diğer eşin açık rızasının alınmadığı, sonrasında banka tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan icra takibi sonucunda dava konusu taşınmazın alacağına mahsuben davalı bankaya ihale edildiği ve ihalenin kesinleşerek tapuya tescil edildiği anlaşılmıştır. Bu noktada basiretli bir tacir gibi davranması gereken davalı bankanın iyi niyet savunmasının dinlenemeyeceği tartışmasızdır. Davalı bankanın, aile konutu niteliği taşıyan taşınmaz üzerinde malik olmayan eşin açık rızasını almayarak TMK’nın 194. maddesinde öngörülen emredici hükme aykırı şekilde kendi lehine ipotek tesis ederek ve sonrasında da işlem temeli geçersiz ipoteğe bağlı olarak yaptığı icra takibi sonucunda taşınmazın mülkiyetini alacağına mahsuben cebri ihaleyle kendi adına geçirmiş olması karşısında TMK’nın 1023. maddesinin korumasından yararlanamayacağı açıktır. Nitekim illilik prensibi gereğince asıl işlem olan ipotek baştan itibaren geçersiz olduğu için buna bağlı olarak banka adına cebri ihale sonucu yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğinde olduğundan davalı koca tarafından açılan ihalenin feshi davasının reddedilmiş olmasının da sonuca bir etkisi olmayacaktır. Bu itibarla, aile konutu niteliğinde olduğu hususunda duraksama bulunmayan taşınmaz için davacının açık rızası alınmadan, TMK’nın 194/1. maddesine aykırı olarak tesis edilen ipotek işleminin bağlayıcılığı bulunmadığından cebri icra sonucu davalı banka adına ihale edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı eş …. adına tesciline karar verilmesi anılan maddenin amacına da uygundur.

(4721 S. K. m. 2, 193, 194, 705, 1023, 1024) (YHGK 13.12.2017 T. 2017/2-2906 E. 2017/1723 K.) (YHGK 28.11.2019 T. 2019/2-318 E. 2019/1238 K.)

  1. Taraflar arasındaki “tapu iptal tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Midyat 1. Asliye (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalılardan banka vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
  2. Direnme kararı davalı banka tarafından temyiz edilmiştir.
  3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.
  4. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

  1. Davacı vekili 30.10.2012 tarihli dava dilekçesinde; müvekkili ile davalılardan ….’un 14.12.2006 tarihinde evlendiklerini, dava konusu taşınmazın 12.08.2009 tarihinde satın alınarak davalı eş adına kaydedildiğini, o tarihten itibaren aile konutu olarak kullanıldığını, davalı eşin 02.12.2010 tarihinde dava dışı şirket yararına ve davalı banka lehine taşınmazda ipotek tesis ettirdiğini, müvekkilinin dairenin satış aşamasına geldikten sonra ipotek işleminden haberdar olduğunu, ipotek işlemine açık rızasının bulunmadığını ileri sürerek ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile yapılan takibin durdurulmasına ve satış talebinin dava sonuna kadar geri bırakılmasına, taşınmazın tapu kaydına konulan ipoteğin kaldırılması ile aile konutu olarak tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davaya konu taşınmazın yargılama aşamasında açık arttırma sonucu davalı bankaya ihale edilmesi üzerine, 19.03.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile herhangi bir sebeple eldeki davanın konusuz kalması ve ipoteğin kaldırılmasının mümkün olmaması hâlinde taşınmazın aile konutu olduğunun tespiti ile davalı eş adına tesciline, bunun mümkün olmaması hâlinde satıştan kaynaklanan tüm maddi ve manevi zararlarının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

  1. Davalılardan banka vekili 26.11.2012 tarihli cevap dilekçesinde; davanın kötü niyetli olarak açıldığını, taşınmazın aile konutu olarak kullanıldığını müvekkili bankanın bilmediğini ve bilmesinin beklenemeyeceğini, ipoteğin tesis edildiği tarihte tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmadığı için iyi niyetli olduklarını, bu sebeplerle davanın öncelikle sürede açılmamış olması nedeniyle usulden, aksi hâlde esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

  1. Midyat 1. Asliye (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) Mahkemesinin 09.04.2014 tarihli ve 2012/504 E., 2014/101 K. sayılı kararı ile; dava konusu taşınmazın aile konutu olduğu hususunda tereddüt bulunmadığı, davalı bankanın yüklü miktardaki kredi için ipotek tesis ederken basiretli bir tacir gibi davranmadığı, zira alacağını güvence altına almak gayesiyle hareket eden bankanın basit bir araştırmayla kredi kullanan diğer davalının evli olup olmadığını ve ipoteğe konu taşınmazın aile konutu olup olmadığını rahatlıkla tespit edebileceği, TMK’nın 194/1. maddesine göre aile konutu üzerinde tasarrufta bulunan eşin diğer eşin açık rızasını almak zorunda olduğu, davacının ipotek işleminin tarafı olmaması nedeniyle davalı bankanın iyi niyet iddiasında bulunamayacağı, tasarruf işlemi sırasında tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmamakta ise de bu durumun davalı bankanın iyi niyetine karine teşkil etmeyeceği, somut olayda bankanın basiretli bir tacir gibi davranarak taşınmazın aile konutu olup olmadığı hususunda araştırma yapmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

  1. Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 10.09.2015 tarihli ve 2015/14523 E. ve 2015/15481 K. sayılı kararı ile;

“…Hüküm davalı banka vekili tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava, aile konutu üzerine davalı banka lehine “davacı eşin açık rızası” alınmadan 02.12.2010 tarihinde tesis edilen ipoteğin kaldırılması talebiyle açılmış, davacı vekili tarafından bilahare 20.03.2013 tarihinde dava ıslah edilmiş, ıslahla taşınmazın tapu kaydının iptali ve mülkiyetin önceki haline iadesi talebine dönüştürülmüştür. Dava konusu taşınmazın, “ipoteğin paraya çevrilmesi” yoluyla yapılan takip sonucu 13.12.2012 tarihinde alacağına mahsuben davalı bankaya ihale edildiği, davalı bankanın taşınmazın mülkiyetini cebri ihale ile kazandığı, yapılan soruşturma ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Türk Medeni Kanununun 194/1. maddesi aile konutu üzerinde hak sahibi olan eşin iradi tasarruflarını diğer eşin açık rızasına bağlamıştır. Cebri ihaleye dayanan mülkiyet aktarımı, bu madde kapsamına giren bir tasarruf niteliğinde değildir. Mülkiyeti nakleden cebri ihalenin, davacı eşin açık rızası alınmadan tesis edilmiş olan ipoteğin paraya çevrilmesi suretiyle yapılan takibe dayanıyor olması da, cebri ihaleden önce ipotek hükümsüz kılınmadıkça sonuca etkisi bulunmamaktadır. İhalenin feshi talebiyle açılan dava da reddedilmiş ve karar 12.11.2013 tarihinde kesinleşmiştir. Bu durumda davalı bankanın mülkiyeti kazanmasının dayanağı cebri ihale geçerli ve ayaktadır. Açıklanan bu hukuki durum karşısında davacının iptal ve tescil talebinin reddi gerekirken, bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

  1. Midyat 1. Asliye (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) Mahkemesinin 22.04.2016 tarihli ve 2016/16 E., 2016/162 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; bozma ilamında cebri ihaleye dayanan mülkiyet aktarımının TMK’nın 194/1. maddesi kapsamına giren bir tasarruf olmadığı belirtildiği, ancak sonuç itibariyle davalı eşin yüklendiği taahhüt neticesinde mülkiyetin davalı bankaya cebri ihale ile aktarılmasının sağlandığı, aksinin kabulünün davalı tapu kaydı malik olan eşin asıl niyet ettiği işlemi cebri icra yoluyla yapmasına sevk edeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

  1. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davalı banka tarafından temyiz edilmiştir.
  2. UYUŞMAZLIK
  3. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı eşin açık rızası alınmadan tesis edilen ipotek nedeniyle, davalılar arasında gerçekleşen icra takibi sonucunda, aile konutu olarak kullanılan dava konusu taşınmazın, ipotek alacaklısı davalı bankaya, alacağına mahsuben cebri ihale yolu ile intikal etmesi karşısında, Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi uyarınca tapu kaydının iptali ile davalı eş adına tesciline karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

  1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
  2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Eşlerin hukuki işlemleri” başlıklı 193. maddesi “Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukukî işlemi yapabilir.” şeklindedir.
  3. Aynı Kanun’un 194. maddesinin birinci fıkrasına göre “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Anılan maddenin gerekçesine göre aile konutu; eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan olarak tanımlanmıştır.
  4. TMK’nın 193. maddesi dikkate alındığında kural olarak eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlem yapma serbestîsi kabul edilmişken, aynı Kanun’un 194. maddesi ile bu kurala istisna getirilmiş ve aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırılması esası kabul edilmiştir. Bu düzenleme ile malik olmayan eşe, aile konutu ile ilgili tapu kütüğüne şerh verilmesini isteme hakkı tanınmış, eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü “aile birliğinin’’ korunması amacıyla sınırlandırılmıştır. Tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmasa dahi aile konutuna ilişkin olarak; eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça aile konutuyla ilgili kira sözleşmesini feshedemeyecek, aile konutunu devredemeyecek ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamayacaktır. Malik olmayan eşin izni için şekil şartı bulunmamakla birlikte, iznin açık olması gerekmektedir. Açık rızanın varlığını ispat yükü ise aile konutu ile ilgili tasarrufta bulunana aittir.
  5. TMK’nın 194. maddesinde öngörülen sınırlandırma, taşınmazın tapu kaydına aile konutu şerhi konulduğu için değil, konut aile konutu vasfı taşıdığı için getirilmiştir. Bu sebeple taşınmazın tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmasa bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Nitekim aile konutu şerhi kurucu değil açıklayıcı niteliktedir. Aksi düşünce ile tasarruf yetkisine ilişkin sınırlamanın şerh ile başlayacağı kabul edilmiş olur. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da bu vasıf ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir.
  6. Eş söyleyişle aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde tek başına aile konutunu ayni bir hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma ancak diğer eşin açık rızası alınarak yapılabilir. Nitekim bu ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 24.05.2017 tarih, 2017/2-1604 E. ve 2017/967 K. sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
  7. Mülkiyet hakkının kazanılması ve yolsuz tescil ile ilgili hukuki düzenlemelere gelince; TMK’nın 705. maddesine göre “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur.

Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır” hükmü ile mülkiyet hakkının hangi durumlarda iktisap edileceği belirlenmiştir.

  1. TMK’nın “İyiniyetli üçüncü kişilere karşı” başlıklı 1023. maddesi ise; “Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” hükmüne haiz olup, bu düzenleme ile tapu kütüğüne güven ilkesine dayalı olarak yapılan iyi niyetli iktisap koruma altına alınmıştır. Düzenleme altına alınan hüküm ile tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkânsız olan kişinin iktisabının korunması amaçlanmıştır. Üçüncü şahıs, yolsuz tescil ile ilgisi bulunmayan, yolsuz işleme taraf olarak katılmamış olan kişidir. Üçüncü şahıs yolsuz kayda dayanarak ayni hak iktisap ederken, tescilin yolsuzluğunu bilmemeli ve bilebilecek durumda olmamalıdır (Kılıç, H., Son Değişikliklerle Gayrimenkul Davaları, Ankara 2007, 4. Baskı, 4. Cilt, s. 4416). Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Sözü edilen iyi niyet, aynı Kanun’un 3. maddesinde deyimini bulan sübjektif iyi niyettir. Madde uyarınca, üçüncü kişinin iyi niyetinin varlığı tek başına kazanımın korunması için yeterli olmayıp, yasadaki diğer koşulların da bulunması gerekmektedir. TMK’nın 1023. maddesinin uygulanabilmesi için “kazananın üçüncü kişi olması”, “üçüncü kişinin sicildeki yolsuz bir tescile dayanmış olması”, “üçüncü kişinin bir aynî hak kazanmış olması”, “üçüncü kişinin aynî hakkı iyi niyetle kazanmış olması” ve “üçüncü kişinin kazanımında tasarruf yetkisi dışında diğer geçerlilik unsurlarının mevcut olması” şartlarının varlığı aranır (Sirmen. A.L., Eşya Hukuku, Ankara 2017, s.196-201). TMK’nın 1023. maddesinde korunan iyi niyet, sadece tasarruf yetkisinin bulunmamasının yarattığı eksikliği gidermektedir. Bu hâlde iyi niyet, tapudaki kaydın doğru olduğuna yöneliktir. İyi niyetli üçüncü kişinin kendi kazanımının korunması, aynî hak üzerinde tasarrufta bulunan kişinin bu konudaki yetkisizliği dışında, diğer bütün unsurlarının geçerli olmasına bağlıdır. Diğer bir anlatımla, üçüncü kişinin kazanımını sakatlayacak sebepler bulunmamalıdır. Üçüncü kişi adına yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğinde ise aynî hakkın kazanılması, iyi niyet bulunsa bile mümkün olmayacaktır.
  2. Öte yandan aynı Kanunun “İyi niyetli olmayan üçüncü kişilere karşı” başlıklı 1024. maddesiyle de; “Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz.

Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.

Böyle bir tescil yüzünden aynî hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyi niyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Madde ile yolsuz tescil tanımlanmış olup, yolsuz tescili bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişinin bu tescille aynî hak kazanamayacağına vurgu yapılmıştır.

  1. Bilindiği üzere; tapu sicilinin tutulması prensiplerinden ilki tescil, ikincisi sicilin aleniliği (güvenilirliliği), üçüncüsü sicilin tutulması nedeniyle hazinenin kusursuz sorumluluğu ve sonuncusu ise sicilin, bir başka ifade ile tescilin, geçerli bir işleme dayalı olması yani sicilin illetten mücerret olmamasıdır.
  2. Türk hukuk sisteminde tapu kayıtlarının oluşumunda “illilik”, diğer bir anlatımla “hukuki sebebe bağlılık” prensibi esas alınmış olup, bu prensip uyarınca tescilin geçerli ve haklı bir sebebe dayanması zorunluluğu bulunmaktadır. Hukuki sebebe dayanmayan işlemler geçerli değildir. TMK’nın 1024. maddesi bu tescili yolsuz tescil olarak ifade eder.
  3. Bu durumda; Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi uyarınca malik olan eş tarafından diğer eşin açık rızası alınmadan aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırılması durumunda yapılan bu işlemin “geçerli” kabul edilemeyeceği emredici hüküm gereğidir. Diğer eşin geçerli olmayan işlemin iptali için dava açabileceği kuşkusuzdur.
  4. Diğer yandan taşınmazın aile konutu niteliği; gerek iradi temliklerle, gerekse cebri icra sonucu (ihale yoluyla) mülkiyetin bir başkası tarafından edinilmesiyle kaybedilmektedir. Ne var ki bu durum geçersiz olan işleme “geçerlilik” kazandırmayacaktır. Başka bir ifade ile “ölü işlem” diriltilemeyecektir. Aynı ilkelere Hukuk Genel Kurulu’nun 13.12.2017 tarihli ve 2017/2-2906 E., 2017/1723 K. ile 28.11.2019 tarihli ve 2019/2-318 E., 2019/1238 K. ile sayılı kararında da yer verilmiştir.
  5. Öyleyse, “geçersiz” bir işlemin icra takibine konu edilmesi ve buna bağlı olarak yapılan cebri ihale sonucu taşınmazın mülkiyetinin işlemin tarafı olan kişiye intikal etmesi hâlinde; ihale edilen kişinin işlemin geçersiz olduğunu bilmesi durumunda lehine oluşan tescilin de yolsuz olduğunu bilen veya bilmesi gereken durumunda olacağı da tartışmasızdır. Nitekim hukukî sebebe bağlı taşınmaz iktisabı ile tapu sicilinin doğru ve düzgün tutulması kamu düzeninden olup, bu işlevin yerine getirilmesi devletin aslî ve temel sorumluluğundadır. Yukarıda anlatılan TMK’nın 705, 1023 ve 1024 maddelerinin tamamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; gerek hak sahiplerinin gerekse üçüncü kişi alacaklıların korunması ve mahkeme hükmüyle sabit olan aynî hakkın muhafazası ile takip hukukunun amacının gerçekleşmesine hizmet ederken, aynı Kanun’un 2. maddesiyle “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” şeklinde düzenleme altına alınan dürüst davranma kuralına aykırılık teşkil edilmeyeceğinden de şüphe duyulmamalıdır.
  6. Yapılan açıklamalar çerçevesinde somut olaya gelince; dava konusu taşınmazın satın alındığı tarihten itibaren aile konutu olarak kullanıldığı, davalılardan malik eşin dava dışı şirketin borçlarına karşılık dava konusu taşınmaz üzerinde diğer davalı banka yararına 02.10.2010 tarihinde ipotek tesis ettirdiği, işlem sırasında diğer eşin açık rızasının alınmadığı, sonrasında banka tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan icra takibi sonucunda dava konusu taşınmazın alacağına mahsuben davalı bankaya ihale edildiği ve ihalenin kesinleşerek tapuya tescil edildiği anlaşılmıştır. Bu noktada basiretli bir tacir gibi davranması gereken davalı bankanın iyi niyet savunmasının dinlenemeyeceği tartışmasızdır. Davalı bankanın, aile konutu niteliği taşıyan taşınmaz üzerinde malik olmayan eşin açık rızasını almayarak TMK’nın 194. maddesinde öngörülen emredici hükme aykırı şekilde kendi lehine ipotek tesis ederek ve sonrasında da işlem temeli geçersiz ipoteğe bağlı olarak yaptığı icra takibi sonucunda taşınmazın mülkiyetini alacağına mahsuben cebri ihaleyle kendi adına geçirmiş olması karşısında TMK’nın 1023. maddesinin korumasından yararlanamayacağı açıktır. Nitekim illilik prensibi gereğince asıl işlem olan ipotek baştan itibaren geçersiz olduğu için buna bağlı olarak banka adına cebri ihale sonucu yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğinde olduğundan davalı koca tarafından açılan ihalenin feshi davasının reddedilmiş olmasının da sonuca bir etkisi olmayacaktır.
  7. Bu itibarla, aile konutu niteliğinde olduğu hususunda duraksama bulunmayan taşınmaz için davacının açık rızası alınmadan, TMK’nın 194/1. maddesine aykırı olarak tesis edilen ipotek işleminin bağlayıcılığı bulunmadığından cebri icra sonucu davalı banka adına ihale edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı eş …. adına tesciline karar verilmesi anılan maddenin amacına da uygundur.
  8. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, dava konusu taşınmazın yargılama aşamasında kesinleşen ihale ile banka adına tescil edildiği, 2004 sayılı İcra ve iflas Kanunu’nun 134. maddesi ile düzenleme altına alınan hükümlere göre İcra Mahkemelerinin ihalenin feshine ilişkin kararlarının maddi anlamda kesin hüküm teşkil edeceği, bu noktada kesinleşen ihalenin feshinin reddine ilişkin kararla mülkiyet aktarımının sağlanması nedeniyle yolsuz tescilin artık tartışılamayacağı, açıklanan nedenlerle direnme kararının bozulması gerektiği yönünde görüş bildirilmiş ise de bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
  9. O hâlde, yukarıda açıklanan ilkeler ve genişletilmiş gerekçelerle direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanması gerekmektedir.
  10. SONUÇ:

Yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı;

Davalı banka vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Aşağıda dökümü yazılı (8.168,00TL) harcın temyiz edenden alınmasına,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.02.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

 

***

2 – YHGKK – 13.12.2017 T., 2017/2-2810 E. ve 2017/1721 K.

 

ÖZET: Somut olayda da haciz tarihinde borçlu … adına kayıtlı dava konusu taşınmazın dava sırasında cebri icra yoluyla satıldığı, mülkiyetin icra vasıtasıyla yapılan satış sonucu davalı …’e geçtiği (TMK. md.705/2), davalı … tarafından açılan ihalenin feshi davasının da reddedilerek kesinleştiği anlaşılmaktadır. TMK’nın 705. maddesine ilişkin düzenleme dikkate alındığında cebri icra ile yapılan satışlarda mülkiyet tescilden önce alıcıya geçmektedir. Dolayısıyla dava tarihi itibariyle aile konutu olarak kullanıldığı ileri sürülen taşınmaz iradi olmayan bir tasarruf sonucu aile konutu niteliğini yitirmiş duruma gelmektedir. Bu durumda TMK’nın 194. maddesi uyarınca işlem diğer eşin rızasına bağlı olmaktan çıkmış ve davacının aile konutu korumasından yararlanma olasılığı kalmamıştır. Hâl böyle olunca yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

(4721 S. K. m. 193, 194, 705, 1023) (YHGK 07.04.2004 T. 2004/12-210 E. 2004/208 K.)

Taraflar arasındaki “tapu iptali ile tescil ve aile konutu şerhi konulması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda (Kapatılan) Ümraniye 1. Aile Mahkemesince “davanın kabulüne” dair verilen 22.11.2012 gün ve 2011/64 E., 2012/1326 K. sayılı karar, davalı … vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 29.01.2014 gün ve 2013/10231 E., 2014/1602 K. sayılı kararı ile;

“…Toplanan delillerden davalı …’un diğer davalı …’e akdi bir ilişkiden doğan borcu nedeniyle yapılan icra takibi sırasında dava konusu taşınmazın icra dairesince davalı …’e 18.10.2010 tarihinde, cebri icra yolu ile satıldığı anlaşılmaktadır. Türk Medeni Kanununun 194. maddesi, hak sahibinin iradi tasarrufları için uygulama alanı bulur. Cebri satışlar bu madde kapsamında değildir. Öyleyse davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır…” gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava tapu iptali ve tescil ile aile konutu şerhi konulmasına ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin rızası dışında aile konutu olan taşınmazın satıldığını, bu durumun 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 194. maddesine aykırı olduğunu ileri sürerek satışın iptaline, tapu kaydının davalı … adına tesciline, taşınmaz üzerine aile konutu şerhi konulmasına karar verilmesini istemiştir.

Davalı … davayı kabul ettiğini beyan etmiştir.

Davalı … vekili TMK’nın 1023. maddesi gereğince iyi niyetli üçüncü kişi olarak ayni hak kazandığını ve iyi niyetli kazanımının korunması gerektiğini, davacının açtığı ihalenin feshi davasının reddedildiğini, bu ret kararının kesinleştiğini, davacının aile konutu iddiasının dinlenmeyeceğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece taşınmazın aile konutu olduğu, özellikle davalı …’in basiretli bir iş adamı gibi davranmadığı, borçlu diğer davalı tarafından alacağına teminat olarak gösterilen evin aile konutu olup olmadığını araştırmadığı gerekçesiyle davacının davasının kabulüne, davalı … adına olan tapu kaydının iptali ile eski hale getirmek suretiyle davalılardan … adına tesciline, taşınmaz üzerine TMK’nın 194. maddesi uyarınca aile konutu şerhi konulmasına karar verilmiştir.

Davalı … vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında gösterilen gerekçe ile bozulmuştur.

Yerel mahkemece TMK’nın cebri satış yönünde ayrıcalık tanıyan bir hüküm ihtiva etmediği belirterek önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.

Direnme hükmü davalı … tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, aile konutu niteliğini haiz taşınmazın cebri icra suretiyle davalıya satışının yapılması durumunda davacının TMK 194. maddesinde yer alan düzenlemeden yararlanıp yararlanmayacağı, burada varılacak sonuca göre davanın reddine karar verilip verilmeyeceği noktasındadır.

Türk Medeni Kanunu’nun “Eşlerin hukuki işlemleri” başlıklı 193. maddesi:

“Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukukî işlemi yapabilir.” şeklindedir.

TMK’nın 193. maddesi dikkate alındığında kural olarak eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlem yapma serbestisi Türk Medeni Kanununun genel teorisi içinde kabul edilmişken, aynı Kanunun 194. maddesi ile bu kurala istisna getirilmiş ve aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir.

TMK’nın 194. maddesinin birinci fıkrası:

“Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.” hükmünü içermektedir.

Bu madde hükmü ile tapu kaydına aile konutu şerhi konulmuş olmasa dahi eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma aile konutu şerhi konulduğu için değil, konutun aile konutu vasfı taşıması nedeniyle getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da bu vasıf ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir.

Başka bir anlatımla aile konutunun maliki olan eş aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde tek başına aile konutunu bir ayni hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma ancak diğer eşin açık rızası alınarak yapılabilir. Nitekim bu ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 24.05.2017 gün ve 2017/2-1604 E., 2017/967 K. sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

TMK’nın 705. maddesinde ise “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hallerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır.” düzenlemesi mevcuttur.

Öte yandan, bir taşınmazın borçlunun borcu nedeniyle haczedilebilmesi için haciz tarihinde borçlu adına kayıtlı olması zorunludur. Hukuk Genel Kurulunun 07.04.2004 gün ve 2004/12-210 E., 2004/208 K. sayılı kararında da bu durum açıklanmıştır.

Somut olayda da haciz tarihinde borçlu … adına kayıtlı dava konusu taşınmazın dava sırasında cebri icra yoluyla satıldığı, mülkiyetin icra vasıtasıyla yapılan satış sonucu davalı …’e geçtiği (TMK. md.705/2), davalı … tarafından açılan ihalenin feshi davasının da reddedilerek kesinleştiği anlaşılmaktadır.

TMK’nın 705. maddesine ilişkin düzenleme dikkate alındığında cebri icra ile yapılan satışlarda mülkiyet tescilden önce alıcıya geçmektedir. Dolayısıyla dava tarihi itibariyle aile konutu olarak kullanıldığı ileri sürülen taşınmaz iradi olmayan bir tasarruf sonucu aile konutu niteliğini yitirmiş duruma gelmektedir. Bu durumda TMK’nın 194. maddesi uyarınca işlem diğer eşin rızasına bağlı olmaktan çıkmış ve davacının aile konutu korumasından yararlanma olasılığı kalmamıştır.

Hâl böyle olunca yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davalı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, tebligat tarihinden itibaren on beş günlük süre için karar düzeltme istemi açık olmak üzere, 13.12.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.

***

3 – YHGKK – 13.12.2017 T., 2017/2-2906 E. ve 2017/1723 K.

 

ÖZET: Dava açıldığı tarihte davalı eş üzerine kayıtlı taşınmaz üzerinde davalı banka lehine konulmuş bir ipoteğin varlığı söz konusu olup, davacı sağ eş dava açarak ipoteğin geçersiz olduğunu ileri sürmüştür. Şayet iddia edildiği gibi açık rıza alınmamış ise bu ipotek işleminin geçersiz olduğu açıktır. Dolayısıyla, geçerli bir işlemin olmadığının kabul edildiği hallerde, malik olan eşin ölümünün bu işleme hukukilik kazandırması düşünülemez. Diğer bir anlatımla ölü olan bir işlem diriltilemez. O halde, sağ kalan eşin mirasçı sıfatıyla hakları bulunmaktadır ve davacının bu davayı açtığı sırada var olan hukuki yararı, yargılama sırasında davalı eşin ölümünden sonra da devam etmektedir. Bunun yanında, halen ortada geçersizliği ileri sürülen bir ipotek bulunmaktadır. Bu nedenlerle, evlilik ölümle sona ermekle birlikte davanın konusuz kaldığını söylemek mümkün değildir. Aksi düşünce, davacının davasında haklı olup olmadığı hususunun araştırılmasına olanak sağlanmadan, taşınmazın cebri icra ile satılması sonucunu doğuracak, bu durum ise büyük hak ihlallerine yol açacaktır. Bu nedenlerle, davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü gerekir.

(4721 S. K. m. 193, 194, 240, 279, 652) (6100 S. K. m. 206) (YHGK. 15.04.2015 T. 2013/2-2056 E. 2015/1201 K.) (YHGK. 02.03.2016 T. 2015/2-53 E. 2016/211 K.)

Taraflar arasındaki “ipoteğin kaldırılması ve aile konutu şerhi konulması” davasından dolayı Konya 4. Aile Mahkemesince verilen 25.01.2016 gün ve 2015/1424 E., 2016/82 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24.05.2017 gün ve 2017/2-1609 E., 2017/965 K. sayılı kararın karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava ipoteğin kaldırılması ve aile konutu şerhi konulması istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin rızası dışında aile konutu üzerine ipotek konulduğunu, bu durumun Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 194. maddesine aykırı olduğunu iddia ederek ipoteğin kaldırılması ve tapu kaydına aile konutu şerhi konulmasına karar verilmesini istemiştir.

Davalı İ. K. mirasçıları davaya cevap vermemiştir.

Davalı banka vekili, davaya konu ipoteğin bizzat davacının yazılı muvafakatına istinaden tesis edildiğini, davacının söz konusu ipotek işleminden haberdar olmadığını iddia etmesinin de haksız ve kötü niyetli olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Yargılama sırasında davalı İ. K.’ın ölümü üzerine dava mirasçılarına yöneltilmiş, davalı İ. K. mirasçıları davaya cevap vermemiştir.

Yerel mahkemece davaya konu taşınmazın davacı ile davalı İbrahim’in aile konutu olduğu ancak davacı ile davalı İbrahim arasındaki evliliğin, davalı İbrahim’in davanın devamı sırasında 31/05/2012 tarihinde ölümüyle sona erdiği, ölümle sona eren evlilik nedeniyle de davaya konu taşınmazın aile konutu özelliğini kaybettiği, davacının tapu kaydına aile konutu şerhi konulması hususundaki davasının konusuz kaldığı, ancak davaya konu taşınmaz üzerine ipotek tesis edilirken davacının haberinin olmadığı ve açık rızasının alınmadığı, tacir olan davalı şirketin de ipotek tesis edilirken taşınmazın aile konutu olduğunu bildiği, banka tarafından davacının rızasının alındığı iddia edilen muvafakatnamenin de HMK’nın 206. maddesinde öngörülen şartları taşımadığından resmî belge niteliğinde olmadığı gerekçesiyle ipoteğin kaldırılması talebinin kabulüne karar verilmiştir.

Davalı banka vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece “Aile konutunun, hak sahibi eş tarafından devri ve konut üzerindeki hakların sınırlandırılması, diğer eşin açık rızasına bağlıdır (TMK m.194/1). Bu rıza alınmadan konutla ilgili yapılan tasarruf işlemi geçersizdir. Bu geçersizliği, rızası gereken eş, konutun bu vasfını devam ettirmesi koşuluyla ancak evlilik birliği süresince ileri sürebilir. Evlilik ölümle veya boşanma yahut da iptal kararıyla sona ermiş ise, Türk Medeni Kanunun 194. maddesinin “aile konutuna” sağladığı koruma da sona erer ve rıza alınmadan yapılan tasarruf işlemi yapıldığı andan itibaren geçerlilik kazanır. Davacı ile aile konutu üzerinde ipotek tesis ettiren eşi İbrahim’in evliliği, İbrahim’in yargılama devam ederken 31.05.2012 tarihinde ölümü ile sona ermiştir. Evlilik ölüm ile sona erdiğine göre dava konusu taşınmaz aile konutu olma niteliğini kaybetmiştir. Diğer bir ifadeyle evliliğin sonlanmasıyla aile konutu ile kira sözleşmesini feshetme, devretme ve üzerindeki hakları sınırlandırmaya ilişkin kısıtlama “kendiliğinden” ortadan kalkar. Bu husus gözetilerek konusuz kalan dava hakkında “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verilmesi gerekirken, Türk Medeni Kanununun 194. maddesine dayanılmak suretiyle yazılı şekilde “ipoteğin kaldırılmasına” karar verilmesi doğru görülmemiştir.” Gerekçesiyle oy çokluğuyla bozulmuştur.

Yerel Mahkemece ipotek tesis işlemi sırasında davacı eşten muvafakatname almak isteyen davalı bankanın taşınmazın aile konutu olduğunu bildiği hâlde taşınmaz üzerine ipotek tesis ettirdiği, davacı eşin davanın devamı sırasında vefat eden kocasının mirasçısı konumunda olduğu ve davacı eşin bu davadaki hukuki yararının devam ettiği, davanın reddedilmesi hâlinde icra takibinin sonunda taşınmazın satılacağı ve davacı eşin aile konutundan kaynaklanan yasal haklarını kullanabilme olanaklarından yoksun kalacağı belirtilerek ipoteğin kaldırılması talebinin kabulüne ilişkin önceki hükümde direnilmiştir.

Direnme kararının, davalı banka vekili tarafından ipoteğin kaldırılması yönünden, davacı vekili tarafından ise vekâlet ücreti yönünden temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca “…Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında TMK’nın 194. maddesinde tanınan aile konutu korumasının evliliğin ölüm ile sona ermesi durumunda da devam edeceği, sözü edilen hükmün sadece evliliğin korunması için getirilmiş bir hüküm olmadığı, aksi hâlde malik olmayan eşin TMK’nın 240, 279 ve 652. maddelerinde yer alan haklarını kullanamayacağı, davacının bu davayı açmakta hukuki yararının devam ettiği gerekçesiyle direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı İ. K.’ın ölümü nedeniyle konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına şeklinde hüküm tesisi gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır….” gerekçesi ile karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

Hukuk Genel Kurulu kararına karşı davacı vekili karar düzeltme talebinde bulunmuştur.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, yargılama sırasında davalı eşin (malik eşin) ölümü nedeniyle, aile konutuna tanınan korumanın sona erip ermeyeceği, aile konutu niteliğinin devam edip etmeyeceği ve burada varılacak sonuca göre davanın konusuz kalıp kalmayacağına ilişkindir.

Bilindiği üzere “aile konutu” kavramı 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nde yer almayıp 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) ile hayatımıza girmiş bulunmaktadır. Anılan Kanun’un 194. maddesine ilişkin gerekçede aile konutu “Eşlerin bütün yaşam faaliyetlerinin gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir mekan” olarak tanımlanmış, öğretide de bu kavram unsurları genişletilmek suretiyle benzer şekillerde ifade edilmiştir.

Aile hayatı için büyük bir önemi haiz olan bu kuruma TMK’nın çeşitli hükümlerinde yer verilmiştir. Şöyle ki:

Türk Medeni Kanunu’nun “Eşlerin hukuki işlemleri” başlıklı 193. maddesi:

“Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukukî işlemi yapabilir.”

şeklindedir.

TMK’nın 193. maddesi dikkate alındığında kural olarak eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlem yapma serbestisi Türk Medeni Kanunu felsefesi içinde kabul edilmişken, aynı Kanunun 194. maddesi ile bu kurala istisna getirilmiş, aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırılması esası kabul edilmiştir.

TMK’nın 194. maddesinin birinci fıkrası; “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.”

hükmünü içermektedir.

Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi konulmuş olmasa da eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma aile konutu şerhi konulduğu için değil, konutun aile konutu vasfı bulunduğu için getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir. Başka bir anlatımla aile konutunun maliki olan eş aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde tek başına aile konutunu bir ayni hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma ancak diğer eşin açık rızası alınarak yapılabilir. Nitekim bu ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 15.04.2015 gün ve 2013/2-2056 E., 2015/1201 K.; 02.03.2016 gün ve 2015/2-53 E., 2016/211 K.; 24.05.2017 gün ve 2017/2-1604 E., 2017/967 K. sayılı kararlarında da aynen benimsenmiştir.

Uyuşmazlığın çözümü için diğer yasal düzenlemelerin de incelenmesinde yarar vardır.

TMK’nın “Aile konutu ve ev eşyası” başlıklı 240. maddesi “Sağ kalan eş, eski yaşantısını devam ettirebilmesi için, ölen eşine ait olup birlikte yaşadıkları konut üzerinde kendisine katılma alacağına mahsup edilmek, yetmez ise bedel eklenmek suretiyle intifa veya oturma hakkı tanınmasını isteyebilir; mal rejimi sözleşmesiyle kabul edilen başka düzenlemeler saklıdır.

Sağ kalan eş, aynı koşullar altında ev eşyası üzerinde kendisine mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir.

Haklı sebeplerin varlığı hâlinde, sağ kalan eşin veya ölen eşin yasal mirasçılarının istemiyle intifa veya oturma hakkı yerine, konut üzerinde mülkiyet hakkı tanınabilir.

Sağ kalan eş, mirasbırakanın bir meslek veya sanat icra ettiği ve altsoyundan birinin aynı meslek veya sanatı icra etmesi için gerekli olan bölümlerde bu hakları kullanamaz. Tarımsal taşınmazlara ilişkin miras hukuku hükümleri saklıdır.” şeklinde iken;

Anılan Kanun’un “Aile konutu ve ev eşyasının sağ kalan eşe özgülenmesi” başlıklı 652. maddesi “Eşlerden birinin ölümü halinde tereke malları arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadıkları konut varsa; sağ kalan eş, bunlar üzerinde kendisine miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir.

Haklı sebeplerin varlığı halinde, sağ kalan eşin veya mirasbırakanın diğer yasal mirasçılarından birinin istemi üzerine, mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınmasına da karar verilebilir.

Mirasbırakanın bir meslek veya sanat icra ettiği ve altsoyundan birinin aynı meslek ve sanatı icra etmesi için gerekli olan bölümlerde, sağ kalan eş bu hakları kullanamaz. Tarımsal taşınmazlara ilişkin miras hukuku hükümleri saklıdır….” şeklindedir.

Türk Medeni Kanunu’nundaki bu düzenlemelerden de 194. madde de yer alan “aile konutu” düzenlemesi ile getirilen korumanın 652. madde ile mirasbırakanın ölümünün ötesine taşındığı anlaşılmaktadır. (İnan, A.N/Ertaş, Ş./Albaş, H: Türk Medeni Hukuku-Miras Hukuku, 6. Bası, Ankara 2006, s. 564).

Görülmektedir ki, evliliğin ölümle sona ermesi halinde TMK’nın 240 ve 652. maddeleri kapsamında sağ kalan eşe gerek mal rejiminin tasfiyesi aşamasında, gerekse mirasın paylaşılmasında ayni hak talep etme imkânı sağlanarak TMK’nın 194. maddesi anlamında ortadan kalkan aile konutu koruması ayakta tutulmaya çalışılmıştır (Nebioğlu Öner, Ş: Aile Konutunun Sağ Kalan Eşe Özgülenmesi, Ankara 2014, s.43-44) .

Diğer bir anlatımla, aile konutu ile ilgili malik olmayan eş yararına getirilen koruma malik eş sağ iken başlayıp (TMK m. 194), malik eşin ölümünden sonra (TMK m. 240, 652) da devam etmektedir.

Yukarıda açıklandığı üzere, 4721 Sayılı TMK’da aile konutu ile ilgili olarak malik olmayan eş yararına adeta bir koruma zinciri oluşturulmuştur. Açıktır ki, sağlanan korumanın malik olan eşin ölümü ile birlikte ortadan kalktığının düşünülmesi durumunda, sağ kalan eşin TMK’nın ilgili maddelerinde düzenlenen haklardan yararlanması olanağı da ortadan kalkacaktır.

Sağ kalan eşin, bu düzenlemelerde yer alan haklarını kullanması için, varsa diğer mirasçılara karşı dava açması zorunlu değildir. Çünkü sağ kalan eş ve diğer mirasçılar, dava açılmadan, yasal düzenlemeye uygun şekilde mirası taksim edebilirler. Rızaya dayalı miras taksimi olmaz ise sağ kalan eş, haklarını (TMK m.240,652) kullanmak için her zaman diğer mirasçılara karşı da ayrı bir dava açabilecektir.

Somut olayda, dava açıldığı tarihte davalı eş üzerine kayıtlı taşınmaz üzerinde davalı banka lehine konulmuş bir ipoteğin varlığı söz konusu olup, davacı sağ eş dava açarak ipoteğin geçersiz olduğunu ileri sürmüştür. Şayet iddia edildiği gibi açık rıza alınmamış ise bu ipotek işleminin geçersiz olduğu açıktır. Dolayısıyla, geçerli bir işlemin olmadığının kabul edildiği hallerde, malik olan eşin ölümünün bu işleme hukukilik kazandırması düşünülemez. Diğer bir anlatımla ölü olan bir işlem diriltilemez.

O hâlde, sağ kalan eşin mirasçı sıfatıyla, yukarıda açıklanan hakları (TMK m. 240 ve 652) bulunmaktadır ve davacının bu davayı açtığı sırada var olan hukuki yararı, yargılama sırasında davalı eşin ölümünden sonra da devam etmektedir. Bunun yanında, hâlen ortada geçersizliği ileri sürülen bir ipotek bulunmaktadır. Bu nedenlerle, evlilik ölümle sona ermekle birlikte davanın konusuz kaldığını söylemek mümkün değildir. Aksi düşünce, davacının davasında haklı olup olmadığı hususunun araştırılmasına olanak sağlanmadan, taşınmazın cebri icra ile satılması sonucunu doğuracak, bu durum ise büyük hak ihlallerine yol açacaktır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında somut olayda davacı kadının yargılama sırasında TMK ‘nın 240 ve 652. maddeleri kapsamında bir talebinin olmadığı, bu nedenle davacının TMK’nın 194. maddesinde belirtilen aile konutu korumasından yararlanmayacağı, ancak şartları varsa taşınmazın aile konutu olduğunun tespiti davası açabileceği, Hukuk Genel Kurulunun bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Hukuk Genel Kurulunun 24.05.2017 gün ve 2017/2-1609 E., 2017/965 K. sayılı bozma kararının kaldırılması ve direnme kararı uygun olmakla, işin esası yönünden diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekmektedir.

Sonuç: 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440.maddesi gereğince yapılan karar düzeltme incelemesi sonunda davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Hukuk Genel Kurulunun 24.05.2017 gün ve 2017/2-1609 E., 2017/965 K..sayılı kararının KALDIRILMASINA, yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı yerinde olup, işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2. Hukuk Dairesine Gönderilmesine 13.12.2017 gününde oyçokluğuyla kesin olarak karar verildi.

 

***

4 – YHGKK – 31.01.2024 T., 2023/2-159 E. ve 2024/38 K.

Türk Medeni Kanunu’nun 194 üncü maddesi kapsamındaki aile konutu koruması; kural olarak evlilik birliğinin sona ermesine kadar devam eder. Eşlerin bu konuttan kesin olarak taşınmaları, anlaşarak konutun aile konutu olma niteliğine son vermeleri, evliliğin boşanma, iptal veya ölümle son bulması veya konutun yok olması hâllerinde, bu madde kapsamında yer alan koruma imkânları da son bulur. Dolayısıyla resmi evlilik birliği içerisinde, eşlerce konutun aileye özgülenmesiyle birlikte; eşler arasındaki mal rejiminin türünden bağımsız olarak başlayan aile konutu koruması, konutun aile konutu olma niteliği ortadan kalkana kadar devam etmektedir.

***

5 – YHGKK – 30.03.2021 T., 2017/2-2809 E. ve 2021/367K.

 

Somut olaya gelince; dava konusu taşınmazın satın alındığı tarihten itibaren aile konutu olarak kullanıldığı, davalılardan malik eşin dava konusu aile konutu üzerinde diğer davalı banka lehine ipotek tesis ettirdiği, bu işlem sırasında davalı banka tarafından malik olmayan davacı eşin açık rızasının alınmadığı anlaşılmaktadır. Bu noktada basiretli bir tacir gibi davranması gereken davalı bankanın iyi niyet savunmasının dinlenemeyeceği tartışmasızdır. Bu itibarla, aile konutu niteliğini taşıdığı hususunda duraksama bulunmayan taşınmaz üzerinde davacının açık rızası alınmadan, TMK’nın 194/1. maddesine aykırı olarak tesis edilen ipotek işleminin bağlayıcılığı bulunmadığından davanın kabulüne karar verilmiş olması anılan maddenin amacına da uygundur. O hâlde, açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanması gerekmektedir.

 

***

6 – Y2HD – 21.03.2024 T., 2023/9914 E. ve 2024/1982 K.

Mahkemenin yukarıda başlıkta tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; dava konusu taşınmazlardan daire vasıflı olan taşınmazın aile konutu olarak kullanılmakta olduğu tüm dosya kapsamından anlaşılmakta olup, bu taşınmazda malik olmayan davacı eşin açık rızası alınmadan yapılan ipotek işlemi geçersiz olduğundan davacının dava tarihi itibariyle dava açmakta haklı olduğu anlaşıldığı ancak bu yöndeki dava konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği, davacı ıslahla taşınmazın tapu kaydının iptali ve tescil ile aile konutu şerhi konulması davasına dönüştürdüğü, davalı … taşınmazları ihale yoluyla aldığı ve dahili davalı şirkete sattığı, davalı banka taşınmazı cebri icrayla aldığı ve kötüniyeti ispat edilmeyen 3. kişi konumunda olan dahili davalı şirkete taşınmazları sattığından tapu iptali ve tescil davasının reddine karar vermek gerektiği gerekçesi ile davacının dava konusu taşınmazlarda ipoteğin ve hacizlerin kaldırılmasına dair davasının konusuz kalmış olması nedeniyle esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına, davacının tapu iptal ve tescil ile aile konutu şerhi konulmasına dair davasının reddine karar verilmiştir.

 

***

7 – Y2HD – 18.01.2024 T., 2023/179 E. ve 2024/364 K.

 

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile dava konusu taşınmaz ipoteğin paraya çevrilmesi suretiyle davalı … Aş’ye satıldığı ve satış işlemi kesinleştiği, dava konusu taşınmaz tescilden önce cebri icra yoluyla satış suretiyle dava tarihinden önce davalı … adına kayıtlı olmaktan çıktığı, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 194 ncı maddesinin birinci fıkrası aile konutu üzerinde hak sahibi olan eşin iradi tasarruflarını diğer eşin açık rızasına bağladığı cebri ihaleye dayanan mülkiyet aktarımı bu madde kapsamına giren bir tasarruf niteliğinde olmadığı mülkiyeti nakleden cebri ihalenin davacı eşin açık rızası alınmadan tesis edilmiş olan ipoteğin paraya çevrilmesi suretiyle yapılan takibe dayanıyor olması da cebri ihaleden önce ipotek hükümsüz kılınmadıkça sonuca etkisi bulunmadığı, ihalenin feshi talebiyle açılan davanın da reddedildiği ve karar 26.04.2016 tarihinde kesinleştiği, bu durumda davalı bankanın mülkiyetinin kazanmasının dayanağı cebri ihale geçerli ve ayakta olduğu gerekçesi ile açıklanan bu hukuki durum karşısında davacının davasının reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile dava ipoteğin kaldırılması talebi ile açılmış olup, taşınmaz davalı bankaya cebri ihale ile satılmış olmakla davacının ipoteğin kaldırılmasını talep etmekte hukuki yararı bulunmadığı gibi, dava dilekçesinden davacı ve davalı eşin adreslerinin Edirne İlinde olduğu, bu itibarla Erzurum’da bulunan taşınmazın aile konutu olarak kullanılmadığı, 4721 sayılı Kanun’un 194 üncü maddesindeki korumanın fiilen aile konutu olarak kullanılan yer bakımından söz konusu olduğu, davanın reddine karar verilmesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesi ile davacının istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiştir.

Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun’un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,

 

***

8 – Y2HD – 17.01.2024 T., 2023/2275 E. ve 2024/288 K.

 

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile tüm dosya kapsamı bir arada değerlendirildiğinde; davacı … ile davalı …’nın evli olduğu, dava konusu taşınmazın ise aile konutu olduğu, davalı eş tarafından davacı kadının açık rızası alınmadan taşınmazın diğer davalı …’e satıldığı, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 194 üncü maddesine aykırı davranıldığı gerekçesiyle davanın kabulü ile davaya konu Ankara İli, Pursaklar İlçesi, Pursaklar Mahallesi, 95172 Ada, 2 Parsel, 3 üncü Kat, 16 numaralı bağımsız bölümün davalılardan … adına olan tapu kaydının 4721 sayılı Kanun’un 194 üncü maddesi hükmü uyarınca üzerindeki ipotek ve diğer ayni haklar baki kalmak suretiyle iptali ile bu taşınmazın diğer davalı … adına tapuya kayıt ve tesciline, dava konusu taşınmazın kaydına 4721 sayılı Kanun’un 194 üncü maddesi hükmü uyarınca aile konutu şerhi konulmasına karar verilmiştir.

 

***

9 – Y2HD – 17.01.2024 T., 2023/2276 E. ve 2024/289 K.

 

Tüm dosya kapsamı ve toplanan delillerden davacı kadın ile davalı …’in …/…/… tarihinde evlendikleri, davaya konu edilen Konya İli Meram İlçesi Kürdan Mahallesi 4682 ada 147 parsel E blok zemin kat 1 numaralı bağımsız bölümdeki taşınmazın davalı … adına satış sureti ile tescil edildiği, adı geçen taşınmazın tarafların aile konutları olduğunun dinlenen tanık beyanından anlaşıldığı, davalı …’in diğer davalı …’na olan …. TL borca karşılık taşınmaz hissesine …/…/…. tarihinde ipotek tesis edildiği, aile konutunun hak sahibi eş tarafından devrinin ve konut üzerindeki hakların sınırlandırılmasının diğer eşin açık rızasına bağlı olduğu, bu rıza alınmadan yapılan tasarruf işlemlerinin geçersiz olduğu, somut olayda davacı kadının ipotek tesisine açık razısına dair delil bulunmadığı, ipotek belgesindeki muvafakatnamedeki imzaya itiraz ettiği, imza incelemesi sonucunda imzanın davacıya ait olmadığı hususunun kesin olarak tespit edildiği, raporun geçersiz olduğunun davalı banka tarafından yeterli delille ispat edilmediği, ipotek tesis işlemi tarihinde taşınmazın davacı ile davalı …’in aile konutu vasfında olduğu ve tarafların evli bulunduğu, tapu kaydında taşınmazın aile konutu olduğuna dair bir şerh olmasa da bu vasfı yasa gereği taşıdığı, şerhin hak doğurucu değil açıklayıcı mahiyet arz ettiği, dolayısıyla İlk Derece Mahkemesi kararının isabetli olduğu belirtilerek; davalı banka vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Temyizen …, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup davalı banka vekilince temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

 

***

10 – Y2HD – 13.02.2019 T., 2019/348 E., ve 2019/984 K.

 

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 194/1. maddesine göre, “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.” Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi “Konulmuş olmasa da” eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiili ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma, aile konutu şerhi konulduğu için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Zira dava konusu taşınmaz şerh konulmasa da aile konutudur. Eş söyleyişle şerh konulduğu için aile konutu olmamakta, aksine aile konutu olduğu için şerh konulabilmektedir. Bu nedenle aile konutu şerhi konulduğunda, konulan şerh “Kurucu” değil “Açıklayıcı” şerh özelliğini taşımaktadır. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, “Emredici” niteliktedir…. Somut olayda, taşınmaz aile konutu niteliğindedir. Davalı eş dava konusu aile konutu bulunduğu taşınmaz üzerinde diğer davalı banka lehine ipotek tesis etmiş, bu işlem sırasında davacı eşin açık rızası alınmamıştır. Hukuk Genel Kurulunun 15.04.2015 tarih ve 2013/2-2056 esas, 2015/1201 karar sayılı kararında açıkça ifade edildiği ve Dairemizce de aynen benimsendiği üzere eşin açık rızası alınmadan yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkânsızdır. Eş söyleyişle eşin “Açık rızası alınmadan” yapılan işlemin “Geçersiz olduğunu” kabul etmek zorunludur. Gerçekleşen bu durum karşısında yukarıda açıklanan yasal düzenleme ile ilkelere uygun değerlendirme yapılarak ipoteğin kaldırılması davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde ret hükmü kurulması usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. “ şeklinde karar vermiştir. İlgili kararda da açıkça belirtildiği üzere aile konutu üzerine aile konutu şerhi konulması kurucu değil açıklayıcı niteliktedir. Bunun sonucu olarak aile konutu olarak özgülenmiş konut üzerine aile konutu şerhi konulmasa da, malik olmayan eşin rızası olmadan satılamaz, ipotek tesis edilemez.

 

***

11 – SAKARYA BAM 7. HD – 20.03.2023 T., 2022/607 E. ve 2023/440 K.

 

Davacının hissedarı olduğu ipotek tesisi kurulan taşınmazların tarla vasfında oldukları ve aile konutu mahiyetinde olmadığından, eş rızasının aranmayacağının, tapuda resmi ipotek senedi ile kurulan ipoteğin ve ipoteğin paraya çevrilmesine dayalı icra takibi üzerine ipoteğin geçerli olduğunun anlaşılmasına, asıl borçlu ve davacının ihtarname ile temerrüde düşürülmesi karşısında davalı alacaklı bankanın ipoteğin paraya çevrilmesine dayalı icra takibi başlatmasında ve ipotek borcunun davacı tarafından ödenmesinde bir usulsüzlük olmamasına göre; kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, ihtilafın doğru olarak tanımlandığı, inceleme konusu kararın usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığından, davacı vekilinin tüm istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerekmiştir.

***

12 – BURSA BAM 2.HD – 20.04.2021 T., 2021/875 E., ve 2021/632 K.

 

TMK’nın 194. maddesinin birinci fıkrası; “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz” hükmünü içermektedir. Aile konutunun tanımına ise anılan maddenin gerekçesinde yer verilmiş; aile konutu “eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan” olarak tanımlanmıştır.

TMK’nın 193. maddesi dikkate alındığında kural olarak eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlem yapma serbestisi kabul edilmişken, aynı Kanun’un 194. maddesi ile bu kurala istisna getirilmiş ve aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırılması esası kabul edilmiştir.

Bu düzenleme ile malik olmayan eşe, aile konutu ile ilgili tapu kütüğüne şerh verilmesini isteme hakkı tanınmış, eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü “aile birliğinin’’ korunması amacıyla sınırlandırılmıştır. Tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmasa dahi aile konutuna ilişkin olarak; eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça aile konutuyla ilgili kira sözleşmesini feshedemeyecek, aile konutunu devredemeyecek ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamayacaktır.

Malik olmayan eşin izni için şekil şartı bulunmamakla birlikte, iznin açık olması gerekmektedir. Açık rızanın varlığını ispat yükü ise aile konutu ile ilgili tasarrufta bulunana aittir.

Öte yandan; TMK’nın 194. maddesinde öngörülen sınırlandırma, taşınmazın tapu kaydına aile konutu şerhi konulduğu için değil, konut aile konutu vasfı taşıdığı için getirilmiştir. Bu sebeple taşınmazın tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmasa bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Nitekim aile konutu şerhi kurucu değil açıklayıcı niteliktedir. Aksi düşünce ile tasarruf yetkisine ilişkin sınırlamanın şerh ile başlayacağı kabul edilmiş olur. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da bu vasıf ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir.

***

13 – ANKARA BAM 2.HD – 24.12.2020 T., 2019/1209 E., ve 2020/1681 K.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 194/1. maddesine göre, “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz,” Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi “konulmuş olmasa da” eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandır ma aile konutu şerhi konulduğu için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Zira dava konusu taşınmaz şerh konulmasa dahî aile konutudur. Eş söyleyişle şerh konulduğu için aile konutu olmamakta aksine aile konutu olduğu için şerh konulabilmektedir. Bu nedenle aile konutu şerhi konulduğunda, konulan şerh “Kurucu” değil “Açıklayıcı” şerh özelliğini taşımaktadır.

Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, “Emredici” niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir.

TMK’nın madde 193. hükmü ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte Türk Medeni Kanunu 194. madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü, “Aile birliğinin korunması” amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri diğer eşin “Açık rızası bulunmadıkça” aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki haklan sınırlayamaz. Bu sınırlandırma “Ancak diğer eşin açık rızası alınarak” yapılabilir.

Nitekim bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.05.2017 gün ve 2017/2-1604 E., 2017/967 K. sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

TMK’nın 194. maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle söz konusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak dahi verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin “açık” olması gerekir.

Bu sayfayı paylaş