MEHİR SENETLERİ GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ Mİ?

mehir senedi

MEHİR SENETLERİ GÜNÜMÜZDE GEÇERLİ Mİ?

GİRİŞ

Türkiye’de hâlen büyük bir kesim, resmi nikâhın dışında “dînî nikâh” veya “imam nikâhı” adı altında gayri resmi olarak ayrıca nikâh kıydırmaktadır. Şimdilerde gençlerin çoğu dînî nikâh merasiminde mehirle ilk defa karşılaşıyorlar. Daha önce duyanların da mehirin ne olduğunu bildikleri ise şüpheli.

Mehir konusunu hem evlenecek olan kız ve erkeklerin hem de anne babaların doğru bir şekilde bilmeleri oldukça önemli. Zira her ne kadar Medeni hukukta yer almasa da mehir, yerleşik Yargıtay içtihatlarıyla hukuk sistemimize dâhil olmuş durumda. Kanunda belirlenen şartlara uygun düzenlenmiş bir mehir sözleşmesi, geçerli bir hukuki işlem olarak kabul ediliyor.

Mahkemelere intikal eden mehirle ilgili uyuşmazlıklarda genelde iki temel sorunla karşılaşıyoruz:

Birincisi, mehir sözleşmeleri yani yaygın kullanımıyla mehir senetleri, kanunda aranan şartlara uygun düzenlenmediği için mahkemelerce geçerli kabul edilmiyor. Bu nedenle, hukuken geçerli bir mehir senedi nasıl düzenlenmelidir, bunun iyi bilinmesi şart. Aksi halde yasal güvencesi olmayan mehir borcunun ifası da erkeğin vicdanına ya da inanç düzeyine kalıyor.

İkinci sorun da şu: Mehir senedi, dini nikâh merasiminde sembolik olarak düzenlenen ve aslında hiç bir bağlayıcılığı bulunmayan formaliteden belgeler zannedilerek imzalanıyor. Böyle bir algı var, özellikle mehir borcunu üstlenen erkeklerde. Mehir senedi imzalayan erkek meselenin ne dini yönünü ne de hukuken bağlayıcılık yönünü biliyor.

Mehir senetlerinin geçerli olmamasından en çok kadınlar zarar görürken, ne olduğunu bilmediği, bol kepçeden vaatler içeren mehir senedine gözü kapalı imza atıp, sonuçlarıyla sonradan karşılaşan erkekler de zarardan elbette nasibini almakta.

Malum, mehir senedi düzenleyenlerin çoğunluğu, başta imamlar olmak üzere din görevlileri. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, bu konuda kapsamlı bir bilgilendirme ve denetleme yapması şart. Tabii ki en doğrusu ve tercih edilmesi gereken usul, bu konulara vakıf bir avukattan danışmanlık hizmeti almak.

Her ne kadar İslam hukukunda mehirin kadına ödenmesi, koca üzerine bir borç olsa da, hukuki yaptırımla desteklenmeyen kuralların uygulama alanı bulması zordur. Din, ahlâk, ideoloji, felsefe… kaynağı ne olursa olsun bir kural ya da yükümlülük hukuk yaptırımıyla desteklenmiyorsa pratik hayatta işlerlik kazanması mümkün değildir.

Bu yazımızda, mehir konusunu ayrıntılı şekilde ele almaya çalıştık. Meselenin daha iyi anlaşılması yeri geldiğinde kaynak İslam hukukundaki kurallara da değindik.

Mehir nedir? Mehir senedi düzenlemek zorunlu mudur?

Öncelikle şu hususun altını çizelim. Mehir, İslam hukukunda yer alan ve evlenen Müslüman bir erkeğin üzerine yüklenmiş bir borçtur. Bu yönden bakıldığında, kaynağı Kuran’ı Kerim ve Sünnet’e dayanan dini bir vecibedir.

Yürürlükteki Medeni hukukumuzda “mehir” veya benzeri bir uygulama bulunmuyor. Evlenecek erkeğin kadına mehir vermesi yönünde bir zorunluluk söz konusu değil. Buna rağmen mehir senedi düzenlenmişse, acaba bu işlem geçerli mi, yerine getirilmediğinde dava yoluyla talep edilebilir mi? Esas itibarıyla yazımızda bu sorulara cevap veriyoruz.

Mehir kadının nikâh ile kazandığı bir haktır.

Mehir; “Müslüman bir erkeğin, evlenme karşılığı olarak kadına verdiği ya da vermeyi vadettiği para, altın gibi ekonomik değeri olan her türlü menkul/gayrimenkul mal veya menfaatler”, şeklinde kısaca tanımlanabilir.

İslam hukukunda mehir, evlenecek kadının ailesine veya yakınlarına değil, bizzat kendisine yapılması gereken bir ödemedir ve bu hak, kadının rızası olmadan başka bir yakınına devredilemez. Mehir bütünüyle kadının malıdır, onda dilediği gibi tasarruf edebilir. Evlenecek kadın veya yakınları mehir karşılığında bir çeyiz hazırlamak mecburiyetinde değildir.

Kuran’daki açık ayetler, sünnet ve İslâm Tarihi boyunca kesintisiz devam edegelen uygulama ile nikâhlanan kadınlara mehirlerinin verilmesi konusunda İslâm âlimleri arasında bir icmâ yani görüş birliği vardır.

Hanefîler’in de içinde olduğu çoğunluk görüşe göre mehir, evliliğin şartlarından olmayıp sonuçlarından biridir. Bu nedenle mehir, nikâh akdinin zorunlu bir unsuru olmadığından belirlenmese, hatta verilmeyeceği şart koşulmuş olsa bile evlilik geçerli olur.

Evlilik geçerlidir ama her halükârda evlenen kadın mehire (mehri misil) hak kazanır. Mâlikîlere göre ise mehir, nikâhın şartlarından kabul edildiğinden, mehir olmadan evlilik geçerli sayılmaz.

“Ücret” anlamına gelen mehir (mehr), Türkçe’de daha çok mihr (mihir) şeklinde kullanılmaktadır. İbrânîce’de “mohar” terimi ile ifade edilen Yahudi hukukundaki benzer uygulama, mehirin Sâmî kültüründeki ortak tarihî kökenlerini ortaya koymaktadır.

Günümüzde mehir senetleri geçerli midir?

Şuan yürüklükteki hukuk sistemimiz bakımından, evlenen erkek üzerine yüklenmiş böyle bir yasal zorunluluk olmadığını belirtmiştik. Fakat kanunda aranan şartlara uygun bir mehir sözleşmesi düzenlenmiş ve taraflarca imzalanmışsa artık hukuken geçerli ve yerine getirilmediği takdirde dava yoluyla talep edilebilir bir hukuki işlem söz konusu olur.

1959 tarihli bir Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında geçen ifade aynen şöyledir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı – 1959/14 E., 1959/30 E., 02.12.1959 T.) ;

“… Kanunu Medeni evlenme akdi sırasında karı kocadan birinin diğerine bir mal veya para vermesini veyahut vermeyi taahhüt edip bir müddet tecil etmesini men eylememiştir. Bu itibarla da ahkâmı sabıkada zimmete terettüp eden mihirin, Kanunu Medeni ile kati şekilde menedilmiş bir münasebet olarak kabulü düşünülemez.”

“Medeni Kanun, evlenme sözleşmesi sırasında, karı kocadan birinin diğerine bir mal veya para vermesini ya da vermeyi vaat edip bir süre ertelemesini yasaklamamıştır. Bu nedenle, eski hükümlere göre düzenlenmiş mehir sözleşmesi, Medeni Kanun tarafından yasaklanmamıştır…”

Yargıtay kararlarında mehir; “kocanın evlenme sözleşmesi anında veya devamı sırasında ya da evliliğin sonra ermesi hâlinde kadına verdiği belirli bir mal, para veya ekonomik değeri olan armağan, bağış” şeklinde tanımlanmıştır. (YHGK Esas:2017-3-451 Karar:2019-355 Karar Tarihi:26.03.2019)

Dolayısıyla ortada, kanunda aranan şartları sağlayan mehir senedi mevcutsa şu anki hukuk sistemimizde de geçerli ve tarafları bağlayıcı bir hukuki işlem var demektir.

Mehirin, kanunlarımızdaki karşılığı ve geçerlilik şartları nedir?

Hukukumuzda, mehirle ilgili tüm hususlarda, 6098 s. TBK’nın 285 ilâ 298’inci maddelerinde yer alan “bağışlama sözleşmesi”ne ilişkin hükümler uygulanmaktadır. Diğer bir anlatımla mehir senetleri, TBK’da yer alan “bağışlama sözleşmesi” ile ilgili maddelere uygun düzenlendiği takdirde geçerlidir.

Bağışlama sözleşmesi TBK 285’te; “bağışlayanın sağlararası sonuç doğurmak üzere, malvarlığından bağışlanana karşılıksız olarak bir kazandırma yapmayı üstlendiği sözleşmedir” şeklinde tanımlanmıştır.

Geçerlilik koşullarına geçmeden önce kaç çeşit mehir var, bunu bilmemiz gerekiyor.

(a) Nikâh esnasında belirlenip belirlenmemesine göre;

Mehrin miktarı nikâh anında veya öncesinde belirlenmişse buna mehri müsemmâ denir. Mehrin miktarı belirlenmemiş ya da belirlenen mehir bir sebeple geçersiz sayılmışsa buna mehri misil denir. Böyle bir durumda da evlenen kadın mehir (mehri misil) almaya hak kazanır ve mehrin miktarı, benzer şart ve konumdaki kadınlara ödenen mehire göre belirlenir.

(b) Ödenme zamanına göre;

Ödeme zamanına göre de mehir, mehri muaccel ve mehri müeccel olmak üzere ikiye ayrılır.

Mehri muaccel, peşin olarak ödenen mehirdir. Nikâh esnasında, üzerinde anlaşılan mehir, kadına peşin olarak verilir.

Mehri müeccel ise ödenmesi ileri bir vadeye bırakılan mehirdir. Bu mehrin ödenmesi için tarih belirlenmişse, ödeme günü geldiğinde belirlenen mehrin kadına ödenmesi gerekir. Şayet bir vade belirlenmemişse, nikâhın sona ermesiyle (ölüm veya boşanma) mehir muacceliyet kazanır ve ödenmesi gerekir. Başka bir deyişle, boşanma hâlinde kocanın bu mehri ödemesi gerekir; ölüm hâlinde de, bırakmış olduğu mirastan ödenir.

Daha çok uyuşmazlıklar, mehri müeccelde yaşanmaktadır.

Mehri muaccel (peşin mehir), elden bağışlama hükmünde olup, erkeğin mehirini kadına teslim etmesiyle kurulmuş olur. Peşin olarak verilen mehri muaccelle ile ilgili geçerlilik yönün pek bir uyuşmazlık çıkmamakta daha çok uyuşmazlıklar, mehri müeccelde yaşanmaktadır.

Burada yeri gelmişken bir hususa değinmek istiyorum.

Maalesef dînî nikâh kıyanların çoğunun mehirin hukukumuzdaki geçerlilik koşullarını bilmediği gibi dini hükümlerini de tam olarak kavramadığı anlaşılmaktadır.

Ülkemizde nikâh kıyılmadan önce kadın ve ailesi erkek tarafından isteklerde bulunur. Maddi durumuna göre altın, bilezik, ev, araba vs. Bunlar yerine getirildikten veya kabul edildikten sonra kıyılan dini nikâhta, erkeğin nikâhtan önce kıza verdikleri mehri muaccel (peşin mehir) sayılır ve buna ek olarak ileride verilmek üzere tekrar bir mehri müeccel (vadeli mehir) belirlenmesi istenir. Sanki iki ayrı mehir varmış da bu ikisinin de verilmesi gerekiyormuş gibi anlayış mevcuttur.

Oysa mehir tekdir. Peşin verilirse adı mehri muaccel yani peşin mehir, sonraya bırakılırsa mehri müeccel yani vadeli mehir adını alır.

Nikâh öncesi ya da esnasında peşin ödenen mehri muaccel, elden bağışlama hükmünde olup bağışlayanın (erkeğin) bir taşınırını bağışlanana (kadına) teslim etmesiyle kurulmuş olur.

TBK m. 289 – Elden bağışlama, bağışlayanın bir taşınırını bağışlanana teslim etmesiyle kurulmuş olur.

Şayet mehri muaccelin konusu bir taşınır değil de taşınmaz ise geçerli olabilmesi için bu işlemin resmi şekilde yapılması gerekir.

Daha çok sorunun mehri müeccelde yaşandığını belirtmiştik. Bunun sebebi şudur:

Mehri müeccele, yani nikah esnasında peşin olarak değil ödenmesi ileri bir vadeye bırakılan mehire “bağışlama sözü verme” (bağışlama vaadi) hükümleri uygulanır ve geçerlilik koşulları TBK m. 288’de hüküm altına alınmıştır. Buna göre, mehri müeccelin geçerli olabilmesi için bu sözleşmenin (mehir senedinin) yazılı şekilde düzenlenmesi gerekir.

Mehri müeccelin konusunu tapuya tescilli bir taşınmaz veya taşınmaz üzerindeki ayni bir hakkın bağışlanması oluşturuyorsa, bu durumda mehir sözleşmesi ancak resmî şekilde yapılmış ise geçerli olacaktır. (TBK m.288/2)

Her ne kadar taşınırlara ilişkin bir mehir sözleşmesi yazılı yapılmadığı yani şekil şartına uyulmadığı için geçersiz olsa da mehir yerine getirildiğinde elden bağışlama hükmünde olacaktır. Ancak, geçerliliği resmî şekle bağlanmış olan taşınmazlara ilişkin mehirlerde bu hüküm uygulanmaz.

Tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların, taşınır mal hükmünde olduğunu ve resmi şekil şartı aranmadığını da unutmamak gerekir.

“ Tapuya kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetinin naklini öngören her türlü sözleşmelerin geçerli olabilmesi, resmi şekilde düzenlenmeleri koşuluna bağlıdır. Davada dayanılan mehir senedinin bu şekle uygun olmaması nedeniyle hukuken geçersiz olduğu açıktır. Geçersiz sözleşmeler, herhangi bir hak ve borç doğurmazlar; taraflar ancak o sözleşme nedeniyle karşı tarafa verdiklerini geri isteyebilirler. Bu durumda mülkiyetin nakli veya bedel isteminin reddi gerekir. “ (YHGK Esas:2004-13-292 Karar:2004-275 Karar Tarihi:12.05.2004)

Neler mehir olabilir?

İslâm hukukuna göre satışı veya kullanılması mübah olan her şey mehir olarak verilebilir. Para, altın, gümüş gibi ziynet eşyası, taşınır ya da taşınmaz mallar ve bunlardan yararlanma hakları ve sair.

Parasal bir karşılığı olmayan ve sadece dinen sevap olan bir şeyin mehir olarak verilip verilemeyeceği, Kur’ân-ı Kerîm’i veya dinî hükümleri öğretmenin mehir sayılıp sayılmayacağı İslam hukukçuları arasında tartışılmıştır. Hanefîler mehirin maddî değeri olması gerektiği ilkesinden hareketle bunu câiz görmezken diğer bazı mezhepler Kur’ân ve fıkıh öğretimi gibi işlerin mehir olabileceğini söylemişlerdir.

Kadının evleneceği erkekten mehir olarak kendisini hacca veya umreye götürmesini istemesiyle ilgili de farklı görüşler olsa da hac ve umre maddî bir külfet gerektirdiği ve burada amaç erkeğin kadına hizmeti değil, masrafları karşılaması olduğu için bunun câiz olduğu yaygın olarak kabul edilmektedir.

Diğer taraftan evlenecek kadının mehir olarak muhatabının “namaz kılmasını, oruç tutmasını, sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıkları terk etmesini istemesi” -ki, bunlar zaten kişinin yerine getirmesi gerekli görevler olduğu için- mehir olmaz.

Bağışlama sözleşmesi kapsamında da kadının malvarlığında parayla ölçülebilir bir menfaat sağlayan her türlü kazandırmalar mehirin konusunu teşkil edebilir.

Mehirin alt ve üst sınırı var mıdır?

Mehrin belirlenmesinde tarafların (bazen velilerin) isteklerinin yanı sıra örf ve âdetler ile ekonomik şartlar da etkili olmaktadır. Mehir için Hanefîler 10 dirhem (Hz. Peygamber zamanında 10 dirhemin 2 koyuna karşılık geldiği ifade edilmektedir) Mâlikîler 3 dirhem kadar gümüş değerini alt sınır kabul etmişlerdir. Şâfiî ve Hanbelîler’de ise bir alt sınır belirlenmemiştir.

Evliliği kolaylaştırmak için mehrin çok yüksek olarak belirlenmesi tavsiye edilmemişse de mehir için bir üst sınır da öngörülmemiştir.

Hz. Ömer’in bir üst sınır getirme yolundaki girişimi, Kureyşli bir hanımın, “Eğer bir kadını bırakıp yerine başka bir kadın almak isterseniz ne kadar çok olursa olsun birincisine verdiğiniz hiçbir şeyi geri almayın” meâlindeki Nisâ sûresinin 4’üncü âyetini delil göstererek miktar sınırlamasına itiraz etmesi üzerine sonuçsuz kalmıştır.

Osmanlı Devleti’nde sadece yeniçerilere, mehir için bir üst sınır (bâkirelerle evlendikleri takdirde en çok 1.000 akçe, dul kadınlarla evlendiklerinde ise 600 akçe) konulmuştur. 19. Yüzyılda benzer bir sınırlama bütün evlenecek kişiler için getirilmiş de fiilen ne ölçüde uygulanabildiği belirsizdir.

Osmanlı toplumunda kadına takdir edilen mehir miktarlarına bakıldığında, bölgelere göre değişse de genel olarak oldukça yüksek tutulduğu görülüyor.

1545-1659 tarihleri arasında düzenlenmiş olan Edirne Askeri Kassamı’na ait tereke defterlerinde kayıtlı 73 adet mehr-i müeccel miktarları, 400 – 12.0000 akçe arasında değişmekte olup, ortalaması 9.005 akçedir.

1772 – 1835 yılları arasında Sivas bölgesinde mehir miktarı 7.000 – 81.000 akçe arasında değişmiştir. 18. yy. Ankara Şer’iyye Sicil kayıtları esas alınarak yapılan bir çalışmada, şehirde tespit edilebilen en yüksek rakam 5.000 kuruştur. Aynı dönemde 400 kuruşa bir ev satın alındığı düşünülürse, mehir olarak takdir edilen rakamın oldukça yüksek olduğu görülecektir.

Tarihi kayıtlar, Anadolu’nun bazı bölgelerinde düğün masraflarında ve kıza verilecek çeyiz eşyalarında aileler arasında adeta bir yarışın olduğunu gösteriyor. 18. yy. sonu ve 19. yy başlarında Kayseri’de söz konusu masrafları belli bir düzeyde tutabilmek adına, şehrin ileri gelenlerinin bir araya toplanıp ailelerin yapacağı azami masrafları kademeli olarak belirledikleri görülmektedir.

Söz konusu sıralamada birinci grup (Eşrâf-ı kirâm) şehrin ileri gelenlerini temsil etmektedir. Birinci grupta yer alanların kızları için 5.000 kuruş peşin (mehri muaccel) ve 1.000 kuruşu da boşanma veya ölüme tehir edilmek üzere (mehri müeccel) ödenecek; buna mukabil kız tarafı da evlenecek kıza 20 kat elbise verecekti. Ziyafetlerin ve düğünün süresi ise bir haftayı geçmeyecektir.

Orta halli kişileri ifade eden (Haciyân) ikinci grup, 3.000 kuruş mehri muaccel ile 750 kuruş mehri müeccel karşılığında 15 kat çeyiz vermekle yükümlü tutulacaktır.

En alt gelir düzeyine sahip olan üçüncü grup ise 500 kuruş mehri muaccel ile 250 kuruş mehri müeccel alacak ve karşılığında 5 kat elbiseyi çeyiz olarak kızlarına vereceklerdir.

Her grup için ayrı ayrı belirlenen para ve eşyalar dışında kız tarafının vermekte olduğu hizmetçi artık verilmeyecek ve başlık parası altında herhangi bir para talep edilmeyecektir.

Osmanlı’nın son döneminde kadına ödenen mehrin yanında, kadının babasına veya yakınlarına ödenen başlığın, zaman zaman evlenecek çiftler açısından külfet halini aldığı durumlarda, söz konusu uygulamanın ferman ve kanunnamelerle yasaklandığı görülmektedir.

“Biz kızı tezvîc veya teslim için ebeveyn veya akrabasının zevcden akça ve eşyâ-yı sâire almaları memnûdur.”

Hukukumuzda ise sözleşme serbestisi ilkesi geçerli olduğu için taraf iradeleri önemli. Bağışlamada da her hangi bir alt üst sınır bulunmuyor.

Genel hükümler bakımından aykırılık yoksa (Bunlar neler; “TBK m. 27-Kesin hükümsüzlük halleri; sözleşmenin kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusunun imkânsız olması”, “TBK m. 28 – Aşırı yararlanma”, “TBK m. 30 vd. İrade Bozuklukları, Yanılma, Aldatma, Korkutma”) bunlar yoksa mehir miktarı taraflarca serbestçe belirlenebilir.

Nikâh sırasında mehir belirlenmemişse ne olur?

Mehir, nikâh anında veya öncesinde belirlenmişse buna mehri müsemmâ denildiğini yukarıda belirtmiştik. Yani mehirin adı konulmuş, taraflarca belirlenmiş, şu kadar altın, para veya şu vasıflarda bir daire vs.

Mehrin miktarı önceden belirlenmemiş ya da belirlenen mehir bir sebeple geçersiz sayılmışsa buna mehri misil denmektedir. Yani nikâh olmuş bitmiş ortada mehir yok, hiç konuşulmamış. Hatta mehrin ödenmeyeceği şart koşulmuş. Böyle bir durumda da evlenen kadın mehir almaya hak kazanır. İşte bu mehire, mehr-i misil denilmektedir. Misli ile belirlenen mehir demektir. Mehrin miktarı, benzer şart ve konumdaki kadınlara ödenen emsal mehirlere göre belirlenir.

Tekrar ifade edece olursak, mehir nikâh sırasında belirlenmişse buna mehri müsemmâ deniyor. Nikâhta mehir konuşulmamış olabilir. Hatta mehir verilmeyecek bile denilmiş olabilir. Buna da mehr-i misil deniyor.

Mehir, evliliğin şartlarından olmadığı için nikâh geçerli fakat ödenmeyeceği şart koşulsa dahi kadın mehire hak kazanıyor. Ödenmeyeceği yönündeki şart geçersizdir. Mehirin miktarı da, emsallerine ve teamüle göre belirleniyor. Ekonomik, sosyal, eğitim vb. kriterlere göre benzer özellik ve konumdaki kadınlara ödenen mehir ne ise ona göre mehir tayin ediliyor.

Mâlikîlerde ise ise mehir, nikâhın şartlarından kabul edildiğinden, mehir olmadan evlilik geçerli sayılmıyor.

Hukukumuzda bağışlama sözleşmesinin, evliliğin devamında yapılmasının önünde bir engel bulunmadığı için taraflar her zaman mehir sözleşmesi yapabilirler.

Aradaki fark İslam Hukuku’nda mehir kadının alacağı olduğu için evlenme esnasında belirlenmemiş olsa da hatta mehir verilemeyecek dense de kadının mehir hakkı zayi olmuyor. Örf ve âdete göre, tarafların ekonomik, sosyal durumlarına, benzer konumlarda uygulanan mehirlere göre bir emsal belirleniyor ve kadının mehiri tespit ediliyor.

Mehir ne zaman ödenir?

Mehrin tamamı nikâh anında (mehr-i muaccel) ödenebileceği gibi tamamının veya bir kısmının ödenmesi daha sonraki bir vadeye de (mehr-i müeccel) bırakılabilir.

Nikâh akdi yapıldıktan sonra eşler arasında cinsel birleşme veya sahih halvet (cinsel ilişkide bulunmalarına herhangi bir engel olmayan bir ortamda baş başa kalmaları) gerçekleşirse, erkek, kadına mehrinin tamamını vermekle yükümlüdür.

Medeni hukukta ise İslam hukukundaki gibi bir koşul kendiliğinden kabul edilmez. Ancak taraflar arasındaki anlaşma ile böyle bir koşul böyle bir anlaşma varsa geçerli olacağı düşünülebilir.

Mehir borcunu evlenen erkekten başkası üstlenebilir mi?

Hukukumuzdaki sözleşme serbestisi ilkesi gereğince de kocanın yüklenmiş olduğu edimini veya bağışlama yönündeki vaadini koca dışında bir üçüncü kişinin (örneğin erkeğin babasının) üstlenmesinin önünde bir engel yoktur.

Mehri müeccel (vadeli mehir), ileriye yönelik bağışlama vaadi niteliğinde olduğundan, koca dışında üçüncü kişinin durumu 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 128. maddesinde yazılı üçüncü kişi yararına borç altına girme olmayıp, TBK’nın 288. (BK’nın 238.) maddesinde düzenlenmiş “bağışlama sözü verme (vaadi)”dir.

Mehir sözleşmesinin geçerli olabilmesi için resmi nikâh şart mı?

Esas itibariyle mehir sözleşmesine, bağışlama sözleşmesinin hükümleri uygulandığından, kanunda aranan koşullar sağlandığında resmi nikâh zorunluluğu aranmamaktadır. Taraflar arasında resmi nikâhın bulunmaması halinde, uyuşmazlık haksız fiil hükümleri çerçevesinde ve yine geçerliliği bağışlama sözleşmesi hükümleri çerçevesinde Asliye Hukuk Mahkemelerinde çözülecektir.

“… Davacı dava dilekçesinde taraflar arasında nişan ve imam nikahı yapıldığını, resmi nikah olmaksızın yapılan düğün sonrası davalı ve ailesi ile beraber yaşadıklarını, davacının resmi nikah teklifine rağmen davalının resmi nikah yapmadığını, belirterek düğünde takılan ziynet eşyalarını, mehir senedinde yazılan eşyaların iadesini, çeyiz eşyalarının bedelini ve maddi tazminat ile manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

Bu doğrultuda davalı tarafın savunmalarında da bu husus doğrulanmakla tarafların nişandan sonra düğün yaparak gayri resmi şekilde uzun süre bir arada yaşadıkları anlaşılmıştır. Yukarıda yapılan açıklamalar da dikkate alındığında somut durumda nişanlılığa dair aile hukuku kapsamında korunacak bir birliktelik söz konusu olmayıp, taraflar arasındaki uyuşmazlık da haksız fiil olarak nitelendirileceğinden, taraflar arasındaki ilişkinin aile hukuku prensiplerine göre değil, borçlar hukuku kurallarına ve özellikle de haksız fiile ilişkin hükümlere göre değerlendirilmesi gerekmektedir..” (Y.3.HD. Esas No: 2017/1159, Karar No: 2018/11427, Karar Tarihi: 13-11-2018)

“…Davacı ile davalı nişanlandıktan sonra düğün yaparak gayri resmi şekilde bir araya gelmişler ve uzun süre birlikte yaşamışlardır. Bu durumda nişandan ve yasal olarak korunması gereken bir birliktelikten söz edilmesi mümkün değildir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık haksız fiil olarak nitelendirip buna göre çözümlenmesi gerekir. Bu durumda davanın dayanağı haksız fiil olup, haksız fiilden kaynaklanan uyuşmazlıklara genel mahkemede bakılması gerektiğine göre; Yerel Mahkemece, görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçelerle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” (YHGK 2009/3-174 E., 2009/235 K.,, 03.06.2009 T.)

Diğer taraftan Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, vermiş olduğu 28.02.2022 tarihli kararında, mehir senedinde “bu mihir senedini eşim olacak olan …’a mihir olarak veriyorum” ibaresi mevcut olduğu ve taraflar arasında resmi bir nikâhın bulunmadığı için yerel mahkemenin kabul ettiği mehir senedini geçerli saymamıştır.

“ Davalı … tarafından damat sıfatıyla, davalı … tarafından damadın babası sıfatıyla imzalanan 05.11.2017 tarihli dava konusu belgede ”mehir senedi bu mihir senedini eşim olacak olan …’a mihir olarak veriyorum” ibaresi mevcuttur. İşbu belgenin evlilik birliğinin gerçekleşmesi amacıyla düzenlendiği ancak davalı … ve davacı arasında resmi nikah akdi yapılmadığı, bu itibarla da söz konusu belgenin geçerliliği olmadığı ortadadır. Buna göre ilk derece mahkemesince; davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.” (Y.3.HD. Esas No: 2021/8076, Karar No: 2022/1622, Karar Tarihi: 28-02-2022)

Anılan kararın gerekçesinin, TBK m.290’da geçen “Bağışlama, bir koşula bağlanarak yapılabilir” hükmünün oluşturabileceği düşünülse de mehir senedini imzalayan taraf iradelerinin, dini nikâhla sağlandığı açık olup, sözleşme amacının gerçekleşmediğini iddia etmek mümkün değildir. Açıklanan nedenle bu kararın doğru olmadığını üstelik resmi nikâh gerçeklemediği için birçok haktan mahrum kalan kadının daha çok mağdur edildiğini düşünüyorum.

Mehir senedinden geri dönülebilir mi? Süresi var mıdır?

TBK’nın 295 ve 296’ıncı maddelerinde sayılan bağışlamanın dolayısıyla mehrin ortadan kalmasının koşullarından biri veya birkaçı gerçekleşirse erkek, peşin olarak verdiği mehri muacceli geri alabilir ya da henüz ifa etmeği mehri müeccelden cayabilir.

Bu koşulları sayacak olursak;

  • Kadın, kocasına veya kocasının yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse,
  • Kadın, kocasına veya kocasının ailesinden bir kimseye karşı kanundan doğan yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranmışsa
  • Kocanın durumu, mehiri yerine getirmesini olağanüstü ağır kılacak ölçüde değişmişse,
  • Koca için yeni aile yükümlülükleri doğmuş veya bu yükümlülükleri önemli ölçüde ağırlaşmışsa,
  • Kocanın borcunu ödeme güçsüzlüğü belirlenir veya iflasına karar verilirse.

TBK m.297 hükmüne göre, bağışlayan (mehir veren), geri alma sebebini öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı (mehiri) geri alabilir. Bu süre hak düşürücü süredir.

Bağışlayan bir yıllık süre dolmadan ölürse, geri alma hakkı mirasçılarına geçer ve mirasçıları bu sürenin sona ermesine kadar bu hakkı kullanabilirler.

Bağışlayan, sağlığında geri alma sebebini öğrenememişse, mirasçıları, ölümünden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alma hakkını kullanabilirler.

Bağışlanan, bağışlayanı kasten ve hukuka aykırı olarak öldürür veya onun geri alma hakkını kullanmasını engellerse, mirasçıları bağışlamayı geri alabilirler.

“6098 sayılı Kanun’un 297 nci maddesinde “Bağışlayan, geri alma sebebini öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alabilir” hükmü gereğince rücu sebebinin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıllık sürede davanın açılması gerektiğinin düzenlendiği, somut olayda, davacının, davalı eşine karşı boşanma davasını sadakatsizlik iddiasıyla açtığına göre, en geç boşanma davasını açtığı tarihte kadının sadakatsizliğini, başka bir deyişle bağıştan rücu sebebini öğrendiğinin sabit olduğu, bu durumda, boşanma davasının açıldığı 17.04.2012 tarihi ile eldeki davanın açıldığı 24.11.2014 tarihi arasında 1 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinin anlaşıldığı, rücu sebebinin öğrenilmesi olarak boşanma kararının kesinleştiği 24.01.2013 tarih esas alınsa dahi yine de iş bu davanın 1 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığı anlaşılmakla davanın reddine…”

(Y 2. HD. Esas No: 2023/1967, Karar No: 2023/1068, Karar Tarihi: 15-03-2023)

***

“… Görüşmelerde öncelikle BK.nun 246. maddesinde öngörülen sürenin niteliği üzerinde durulmuş düzeltilmesi istenilen Hukuk Genel Kurulu kararında açıklanan gerekçelerle bu sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu sonucuna varıldıktan sonra sürenin hangi tarihten işleyeceği hususu üzerinde durulmak gerekmiştir. Davalının tenasül organlarındaki eksikliğin yapılan ameliyat sonucu tamamen giderilip giderilmediği ve cinsel ilişkide bulunmasına engel bir hali kalıp kalmadığı kesin olarak saptanamamıştır. Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kadın Doğum Bölümü’nce verilen 5.2.1981 günlü, 630/1 sayılı raporda davalının cinsel ilişkide bulunabileceği bildirildiği halde, aynı bölümün 14.10.1981 günlü, 630/1 sayılı raporunda davalının ameliyat sonrası önerilere uyup uymadığının ve sonucun olumlu olup olmadığının anlaşılabilmesi için tekrar muayenesine luzüm görülmüştür. Ne var ki boşanma davası sırasında mahkemece verilen kesin mahile rağmen tekrar muayene olmadığından sonuç kesin olarak anlaşılamamıştır. Bu durumda davacının, boşanma kararından önce davalı eşindeki eksikliğin geçici olup olmadığını bildiği veya bilecek durumda olduğunu söylemek mümkün değildir. Şayet davalının ameliyattan sonra cinsel ilişkide bulunmasının mümkün olmadığı kesin olarak saptanmış olsaydı hak düşürücü süre ancak o tarihten itibaren işlemeye başlardı. Çünkü davalının kadınlık görevini yerine getiremeyeceği o tarihte anlaşılmış olacaktı. Evlilik sürerken ameliyat olan ve cinsel ilişkide bulunabileceğine dair rapor alan, fakat gösterilen tıbbi lüzuma rağmen tekrar muayeneye gitmeyen davalının bu tutumu karşısında davacının sonucu beklemeden bağıştan rücu etmesi gerektiğini söylemek mümkün değildir. Davacı tarafından boşanma davası açılmış olması da hak düşürücü sürenin işlemeye başlamasını gerektirmez. Çünkü davalıdaki eksikliğin şiddetli geçimsizlik ve dolayısıyla boşanma sebebi sayılıp sayılmayacağı mahkemenin takdirine bağlı olup ancak boşanma kararının kesinleşmesiyle aile birliği sone erecektir. Davalı kadın davacı kocasına karşı aile birliğinin devamı sırasında haksız bir eylemde bulunmadığına göre, sonuçlarının bilinmesi tıbbi uzmanlık konusu olan ve ancak takdiri bi boşanma sebebi olabilecek böyle bir eksiklikten dolayı, henüz tıbbi sonuç alınmadan veya boşanmaya karar verilmeden önce davacı kocanın hibeden rücu sebebini öğrendiği ileri sürülemez.

Somut olayın bu özelliğine göre hak düşürücü sürenin boşanma kararının kesinleştiği tarihten itibaren işlemeye başladığı kabul edilerek süresinde açılan davanın esası incelenmek üzere direnme kararının bozulması icap ederken onandığı anlaşıldığından Hukuk Genel Kurulunun onama kararı kaldırılarak direnme kararı yukarıda açıklanan yönde işin esası incelenmek üzere bozulması uygun görülmüştür.

Sonuç: Yukarda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile, HGK.nun 22.1.1986 tarih 1984/2-580-26 sayılı onama kararının kaldırılmasına ve Yerel Mahkeme kararının BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 25.02.1987 gününde yapılan görüşmede, oyçokluğu ile karar verildi.”

(YHGK Esas No: 1986/2-382, Karar No: 1987/122, Karar Tarihi: 25-02-1987)

 

Görüldüğü üzere 1 yıllık hakdüşürücü sürenin başlangıcını tespitte boşanma davasındaki her somut boşanma gerekçesine göre farklılık arz edebilmektedir.

Mehir borcunun ifa edildiği, tanıkla ispat edilebilir mi?

Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, hukuken geçerli bir mehir senedinin varlığı halinde, gerek mehir senedine konu edimin ifa edildiği gerekse mehir senedinin içeriğine yönelik karşı iddia ve savunmalar tanıkla ispat edilemez.

Yine aynı kuvvette yazılı belgeyle ispat edilmesi gerekir. HMK’nın 203/1-a maddesinde sayılan yakın hısımlar arasında dahi senedin aksi tanıkla ispat edilemez. Anılan yakın hısımlar arasındaki hukuki işlem senede bağlandığında, taraflar arasında artık manevi imkânsızlık bulunduğundan söz edilemeyeceğinden bu kişiler arasında dahi senede karşı ileri sürülecek savunmalar tanıkla ispat edilemez; ancak senet (kesin delil) ile ispat edilebilir.

“Davacı iddiasını varlığı inkâr edilmeyen adi yazılı belge niteliğindeki mehir senedi ile kanıtlamıştır. Davalı bunun aksini iddia ettiğine göre, 6100 sayılı …nun 201. maddesi gereğince, (Mülga HUMK.nun 290. maddesi) senede karşı senetle ispat kuralı gereğince savunmasını tanıkla ispat edemez. Yine aynı kuvvette yazılı belgeyle ispat etmesi gerekir. Davalı böyle bir belge ibraz edememiştir. Davalı delil listesinde yemin deliline de dayanmadığından mehir senedindeki taahhüdünü yerine getirdiğini hiçbir yasal delil ile kanıtlayamamıştır. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddine karar verilmesi doğru değildir…

Eldeki dava mehir senedinden dolayı ziynet ve çeyiz eşyalarının aynen iadesi mümkün olmadığı takdirde bedelinin tahsili istemine ilişkin olduğuna göre, konunun ispat hukuku açısından ve yukarıdaki açıklamaların ışığında ele alınması gerekir.

Görülmekte olan davada, davalılar senetteki imzayı inkâr etmemişler; talep edilen ziynet ve çeyiz eşyalarının davacıda olduğunu, bu eşyaların yanlarında kalmadığını iddia etmişlerdir.

Yukarıda vurgulandığı üzere, senede karşı senetle ispat kuralı gereğince, davalıların davaya konu mehir senedinde yazılı ziynet ve çeyiz eşyalarına ilişkin taahhüdü yerine getirdiklerini yazılı delille kanıtlamaları gerekir. Ancak davalılar iddialarını yasal olarak ispatlayacak yazılı bir delil dosyaya sunmamışlardır. Az önce belirtildiği gibi davalıların bu savunmalarını tanıkla kanıtlamalarına hukuken olanak yoktur.

Öte yandan davalılar delil listelerinde yemin deliline de dayanmadıklarından mehir senedine ilişkin taahhütlerini yerine getirdikleri konusunda davacıya yemin teklif etme haklarının hatırlatılması da mümkün değildir.

O halde, mehir senedinde yazılı ziynet ve çeyiz eşyalarına ilişkin taahhüdün yerine getirildiği hususu davalılar tarafından yazılı delille ispatlanamadığından, davacının ziynet ve çeyiz eşyalarının aynen iadesi mümkün olmadığı takdirde bedellerinin tahsiline yönelik davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

(YHGK Esas:2014-426 Karar:2015-2623 Karar Tarihi:18.11.2015 – Bkz. YHGK Esas:2014-427 Karar:2015-2624 Karar Tarihi:18.11.2015 )

***

“ Hemen belirtmek gerekirse, davacının dava ettiği ziynet eşyalarının, düğünde takılan altınlar değil, evlenmeden önce mehir senediyle verildiği belirtilen ziynet eşyaları olduğu açıktır. İspat külfetinin hangi tarafta olduğu hususunun, yukarıda bahsedilen hukuki düzenleme çerçevesinde çözümlenmesi gerekmektedir. Ziynetin kadına ait olduğu ve kadının yanından ayırmayacağı karine olmakla birlikte somut olayda, mehir senedinde verileceği belirtilen ziynet eşyalarının davacıya teslim edildiği hususunun davalı tarafından yazılı delille ispatı gerekir.

HMK’nın 203/1-a maddesinde sayılan yakın hısımlar arasında dahi senedin aksi tanıkla ispat edilemez. Anılan yakın hısımlar arasındaki hukuki işlem senede bağlandığında, taraflar arasında artık manevi imkânsızlık bulunduğundan söz edilemeyeceğinden bu kişiler arasında dahi senede karşı ileri sürülecek savunmalar tanıkla ispat edilemez; ancak senet (kesin delil) ile ispat edilebilir.” (YHGK Esas:2017-6-1538 Karar:2020-485 Karar Tarihi:30.06.2020)

Mehir senedindeki kefilin geçerliliği ve sorumlulukları nedir?

Mehir sözleşmesinde kefilin bulunması halinde, geçerlilik ve sorumluluğa ilişkin 6098 s. TBK’nın 581 ve devam maddelerindeki hükümler uygulanacaktır.

TBK m. 583 gereği, öncelikle yazılı hazırlanan mehir sözleşmesinde kefilin sorumlu olacağı azamî miktar, kefalet tarihi, kefilin müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini, kefilin kendi el yazısı ile yazılması şarttır.

Aynı şekilde kendi adına kefil olma konusunda özel yetki verilmesi ve diğer tarafa veya bir üçüncü kişiye kefil olma vaadinde bulunulması, sözleşmede sonradan yapılan ve kefilin sorumluluğunu artıran değişikliklerin hepsi de şekil koşullarına bağlıdır.

Bir de şu husus var;

TBK m. 584 gereği, “mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı yoksa veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı bulunmuyorsa, evli kişi ancak eşinin yazılı rızasıyla kefil olabilir.”

Sözleşmede sonradan yapılan ve kefilin sorumlu olacağı miktarı arttıran veya adi kefaleti müteselsil kefalete dönüştüren ya da kefil yararına olan güvencelerin önemli ölçüde azalmasına yol açan değişiklikler için de eşin rızası gerekir, aksi durumlarda gerekmez.

Mehir borçlusu, borcunu ifa etmeden önce ölürse ne olur?

Mehir senedi miras yoluyla geçer mi? Mehirin konusu belli ise ve bir seferde yerine getirilmesi gereken bir şeyin bağışlanması söz konusu ise bu durumda mehir borçlusu ölmüş ise bundan mehir borçlusu erkeğin mirasçıları sorumlu olur.

Örneğin, mehri müeccel olarak 10 Adet Cumhuriyet altını belirlendi ve mehir ödenmeden erkek öldü ise bu durumda borç sona ermez, mirasçılar sorumlu olur. Buna karşılık, belirli zamanlarda verilmesi gereken ve birbirini izleyen edimler bağışlama konusu olursa, bu tür bağışlama sözleşmeleri, TBK m. 298 gereği sona erecektir.

TBK m. 298- Aksi kararlaştırılmamışsa, dönemsel edimleri içeren bağışlama, bağışlayanın ölümüyle sona erer.

O halde, çok sık rastlanmamakla birlikte mehirin konusu olarak, örneğin her ay düzenli şekilde kadının sigortasının ödenmesi veya herhangi bir menkul ya da gayrimenkulün kira gelirinin verilmesi gibi dönemsel bir edim belirlenmişse, mehir borçlusu erkeğin ölümüyle sözleşme sona erer ve mirasçılar artık bundan sorumlu olmaz.

Fakat yine kanun gereği, mehir sözleşmesinde bunun aksi kararlaştırılabilir. Yani ölüm halinde de mirasçıların sorumlu olacağı, mehir senedine yazılmışsa bu geçerli olur.

İslam hukuku bakımından ise mehirin türüne göre bir ayırım yoktur. Koca mehiri vermeden ölmüşse, miras malından mehir ödenir. Şayet kadın mehirini almadan ölmüşse, kadının mirasçılarına mehirin verilmesi gerekir.

Mehir alacağında zamanaşımı süresi nedir?

6098 s. TBK m. 146’da yer alan; “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir” hükmü gereği, mehir senedinden doğan alacaklar on yıllık zamanaşımı süresine tabi olup bu süre, boşanmanın kesinleştiği tarihten itibaren başlar.

Eşlerden birinin ölümü halinde evlilik birliği kendiliğinden sona erer.

Gaiplik halinde ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun’nun (TMK), 131’inci maddesinin hükmü uygulanır. “Gaipliğine karar verilen kişinin eşi, mahkemece evliliğin feshine karar verilmedikçe yeniden evlenemez. Kaybolanın eşi evliliğin feshini, gaiplik başvurusuyla birlikte veya ayrıca açacağı bir dava ile isteyebilir.”

Dolayısıyla, sırf gaiplik kararı evlilik bağını ortadan kaldırmaz. Evliliğin feshi, gaiplik davasıyla birlikte istenebileceği gibi bağımsız bir dava ile de istenebilir.

Mehir senedinden doğan uyuşmazlıklarda görevli mahkeme hangisidir?

Mehir senedinden doğan uyuşmazlıkların Aile Mahkemelerinde mi yoksa Asliye Hukuk Mahkemelerinde mi açılması gerektiği hususu, her iki yöndeki Yargıtay kararları nedeniyle oldukça tereddüte yol açmıştır.

Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun, Yargıtay Dairelerinin İş Bölümüne İlişkin 25.01.2023 Tarihli ve 2023/1 Sayılı kararı ile mehir senedine da kişisel eşya (çeyiz ve ziynet eşyası) alacağı taleplerine ilişkin dosyaları inceleme görevi Yargıtay 2. Hukuk Dairesine verilmiştir.

Bu tarihten sonra, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin vermiş olduğu kararlarda, mehir senedinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda (ister boşanma davasıyla birlikte isterse daha sonra açılmış olsun), görevli mahkemenin Aile Mahkemesi olduğu anlaşılmaktadır.

(Y.2HD- 2022/10249E., 2023/4217K., 27-09-2023T.; Y.2HD- 2022/10664E., 2023/4220K., 27-09-2023T.; Y.2HD- 2022/9656E., 2023/4234K., 27-09-2023T.; Y.2HD- 2022/9641E., 2023/4236K., 27-09-2023T.; Y.2HD- 2023/6892E., 2023/4682K., 11-10-2023T.)

 

SONUÇ :

Mehir, İslâm hukukuna göre evlilik nedeniyle erkeğin kadına, nikâh esnasında (mihri muaccel) veya en geç boşanma ya da ölüm halinde olmak üzere daha sonraki bir vadede ödediği/ödeme sözü verdiği (mihri müeccel), ekonomik değeri olan menkul, gayrimenkul ya da menfaatlerdir.

Her ne kadar Medeni hukukta yer almasa ve kanunlarda doğrudan karşılığı bulunmasa da mehir sözleşmesi (mehir senedi), yerleşik Yargıtay içtihatlarıyla hukuk sistemimize dâhil olmuş ve kanunda aranan koşullara uygun düzenlenmesi halinde geçerli kabul edilmiştir.

Mehir sözleşmelerinin geçerli olabilmesi için 6098 sayılı TBK’nın 285-298’inci maddelerinde yer alan “bağışlama sözleşmesi”ne ilişkin hükümlere uygun düzenlemesi gerekir.

Nikâh öncesi ya da esnasında peşin ödenen mehri muaccel, elden bağışlama hükmünde olup bağışlayanın (mehir borçlusu erkeğin) bir taşınırını bağışlanana (mehir alacaklısı kadına) teslim etmesiyle kurulmuş olur.

Ödenmesi ileri bir vadeye bağlanan ve en geç boşanma ya da ölüm halinde ödenmesi gereken mehri müeccele ise bağışlama sözü verme (bağışlama vaadi) hükümleri uygulanır. Mehri müeccelin geçerli olabilmesi için yazılı yapılması şarttır.

Şayet mehrin konusu, tapuya tescilli bir taşınmazın veya taşınmaz üzerindeki ayni bir hakkın bağışlanması ise bu durumda mehir sözleşmesi (gayrimenkul mehir senedi) ancak resmî şekilde yapılmış ise geçerlidir.

Yazılı yapılmadığı için şekle uyulmaması sebebiyle geçersiz olan, taşınırlara (ya da taşınır hükmünde olan tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlara) ilişkin bir mihri müeccel, mehir borçlusu erkek tarafından yerine getirildiğinde, elden bağışlama hükmündedir ve artık geçerli olur. Ancak, geçerliliği resmî şekle bağlanmış olan taşınmazlara ilişkin mehirlerde bu hüküm uygulanmaz.

TBK’nın 295 ve 296’ıncı maddelerinde sayılan bağışlamanın ortadan kalmasının koşullarından biri veya birkaçı gerçekleşirse, örneğin;

  • Mehir alan kadının, mehir veren erkeğe veya erkeğin yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse,
  • Mehir alan kadının, mehir veren erkeğe veya erkeğin ailesinden bir kimseye karşı kanundan doğan yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranmışsa
  • Mehir borçlusu erkeğin durumu, sonradan sözün yerine getirilmesini kendisi için olağanüstü ağır kılacak ölçüde değişmişse,
  • Mehir borçlusu erkek için sonradan yeni aile yükümlülükleri doğmuş veya bu yükümlülükleri önemli ölçüde ağırlaşmışsa,
  • Mehir borçlusu erkeğin borcunu ödeme güçsüzlüğü belirlenir veya iflasına karar verilirse,

verilen mehir geri alınabilir ya da henüz ifa edilmemiş olan mehri müeccelden cayılabilir.

Mehir senedinden doğan uyuşmazlıklarda, taraflar arasında resmi bir nikâh varsa Aile Mahkemeleri yoksa Asliye Hukuk Mahkemeleri görevlidir.

Genellikle dînî nikâh merasiminde din görevlileri tarafından düzenlenen mehir sözleşmelerinde (mehir senetlerinde) ciddi yanlışlılar ve geçerliliğini ortadan kaldıracak eksiklikler olduğu görülmektedir. Ayrıca taraflara, söz konusu mehir sözleşmesinin önemi ve yasal olarak geçerli ve sorumluluk yükleyen bir belge olduğu yeterince anlaşılmamakta ve anlatılmamaktadır.

Nitekim mahkemelere intikal eden uyuşmazlıklarda, söz konusu mehir senetlerinin, dini nikâh merasimlerde sembolik olarak düzenlenen ve aslında herhangi bir bağlayıcılığı olmayan belgeler zannedildiğine çok sık rastlanmaktadır.

Mehir senetlerinin yasaya uygun düzenlenmediği için geçerli olmamasından kadınlar zarar görürken, kendisine tam olarak hukuken geçerli bir belge olduğu anlatılmadığı için bol keseden atıp mehir senedine gözü kapalı imza erkek de altına girdiği yükle karşılaştığında erkek mağdur olmaktadır.

Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, mehir senedi düzenleyenlerin çoğunluğunu oluşturan başta imamlar olmak üzere din görevlilerine, tarafların mağdur olmamaları için bu konuda kapsamlı bir bilgilendirme yapması gerekmektedir. Elbette en doğru ve tercih edilmesi gereken usul ise bu konulara vakıf bir avukattan danışmanlık hizmeti alınmasıdır.

Son olarak, mehir senedinden doğan uyuşmazlıklarla ilgili açılacak davaların (mehir senedi alacağı davası, mehir senedi iptal davası vb.) gerek usul gerekse esas yönünden oldukça kapsamlı ve dikkat edilmesi gereken dava türleri olduğunu, hak kayıplarına uğramamak için muhakkak bu konunun ehli bir avukatla hareket edilmesini tavsiye etmek isterim.

Av. Arb. Zekeriya YILMAZ

Günümüzde MEHİR SENEDİ geçerli mi?

Bu sayfayı paylaş